top of page

İKLİM KANUNU VE SİGORTAYA ETKİLERİ



ree

Amacı yeşil büyüme vizyonu ve net sıfır emisyon hedefi doğrultusunda iklim değişikliğiyle mücadele etmek olarak belirtilen 7552 sayılı İklim Kanunu 2 Temmuz 2025 tarihinde resmi gazetede yayınlandı, ama öncesi ve sonrasındaki yankıları hala devam ediyor.


Bu yazıyı hazırlamadan önce kanunu temel hatlarıyla okudum, ardından da pek çok farklı görüşün paylaşıldığı makaleler okuyup, videolar seyrettim. 2015 de imzaladığımız Paris anlaşmasının bir şartı olan iklim kanunun bu kadar yıl sonra çıkmasından tutun, kanunun tarım, hayvancılık, su ve çevreden daha çok bir emisyon ticaret kanunu olmasına kadar varan o kadar çok görüş ve eleştiri var ki, kafam çorba oldu.


Dünyanın en büyük ihtiyacı enerji. 8 yazı halinde yayınladığım Yeşil Seri’nin ilk yazısı "Zorunluluk mu Fırsat mı -Yeşil Dönüşüm ve Sigorta"ydı ve bu seride yeşil dönüşümün enerji kısmına odaklanmış, riskleri, risk yönetimini ve sigorta endüstrisinin çözümlerini paylaşmıştım.


"Küresel Isınma Bir Yalan mı" başlıklı yazımda da iklim değişikliğinde birleşen ama küresel ısınma konusunda farklı görüşlere sahip olan grupların yaklaşımlarını paylaşmıştım.


Paris İklim Antlaşmasının ana amacı dünyayı yaşanabilir kılmak, gitgide yükselen küresel sıcaklık artışını +1,5 °C da sabitlemek ve 2053 yılına kadar da karbon salınımını sıfırlamak (net zero) buraya kadar her şey tamam. Ama tabi ki bu işler sadece niyetle olmuyor. Bu anlaşmaya imza atan tüm ülkelerin bu hedefleri destekleyen yasal düzenlemeleri yapmaları gerekiyor. Çünkü bu yasal düzenlemelerin olmamasının politik ve ekonomik sonuçları var. Yani anladığım, aslında mecburiyet olan bu iklim kanununun daha fazla gecikmeden çıkması gerekmekteydi. Diğer taraftan okuduklarımdan, kanunun aslında öncelikli hedef olması gereken tarım, hayvancılık, su, çevre ve insan yaşamıyla ilgili konulardan daha çok ticaret yönündeki düzenlemeleri detaylandıran, "muğlak pek çok ifade" nedeniyle endişelere sebep olduğunu anlıyorum. Tabi bir de yapay et, yapay besin gibi konular var ki bu konuya değinmeyeceğim çünkü amacım, yeşil seride de dikkat çekmek istediğim “zorunluluk mu fırsat mı” konusuna sigorta perspektifinden bakmak.


Yeşil Dönüşüm sigorta sektöründe çok olumlu karşılandı, zira her geçen yıl dozu artan iklim değişiklerinin verdiği zararlar, sektörün bilançolarında da ayrı birer felaket. Sektör tüm bu riskleri karşılamada yetersiz kalabileceğinin sinyallerini vererek tüm dünyaya “riskinizi yönetin” mesajı vermişti. Bu çok önemli bir çağrıydı, ilk olarak 2023 ve 2024 yıllarında afet modellemelerini güncelleyen sektörün ileride oluşabilecek sigortalı zararları tazmin etmek amacıyla sermayesini güçlendirmesi gerekiyordu, bu da hepimizin yaşadığı fiyat artışlarını getirdi. 2025'te piyasalarda sermayenin artması biraz yumuşamayı getirse de, reasürans kapasiteleri sınırsız değil ve üstelik reasürörlerin risk seleksiyonuna başladığı söylentiler arasında. Diğer bir deyişle bazı risklerde kapasite sıkıntısı yaşanabilir, bu da ya teminat bulunamaması, ya yüksek risk tutma seviyeleri (retention- muafiyet) gerektirmesi ya da yüksek primler demek.



ree

Yeşil dönüşüm daha temiz dünya, insan yaşamı ve sağlığı, biyolojik çeşitliliğin korunması için son derece iyi hedeflerle çıkılmış bir yol. Diğer taraftan bu dönüşüm uzun süreye ihtiyaç duyuyor. Bu da yüksek yatırım maliyetleri nedeniyle ülkelerin ekonomik gelişimlerini ve büyümelerini yavaşlatan bir süreç.


Diğer taraftan iklim değişikliği ile mücadele kapsamında düşük karbon salınımlı ürünlerin üretim maliyetleri de oldukça yüksek. Size şöyle bir örnek vereyim. Çevre dostu diye bildiğimiz günümüzde pek popüler olan elektrikli araçların (EA) hammadde ve yatırım gereksinimlerine bakalım:


EA bataryasında her bir araç için yaklaşık 250-500 kg arası lityum, kobalt, nikel, grafit kullanılıyor. Bir EA üretimi için harcanan enerjinin bir konutun iki ya da üç yıllık tüketimine denk gelen 15–20 MWh civarında olduğu hesaplanmış, ama daha da hayret verici olan lityum madenciliğinde her ton başına 2 milyon litre su harcanması . Bununla da bitmiyor; üretim aşamasında geleneksel araçlara göre %30–40 daha fazla karbondioksit emisyonu olduğu ve bunun ancak araç kullanıma başlanıp 50.000 km yi geçtikten sonra dengelenebildiği belirtiliyor. Tüm bunlara ek olarak, üretimde oluşan atıkların çevreye zarar vermeyecek şekilde geri dönüşümü ayrı bir teknoloji ve risk yönetimi gerektiriyor. Yani elektrikli araç alıp doğaya katkıda bulunalım derken, madalyonun diğer yüzü pek anlatılmıyor. Üstelik sigortası pahalı, geleneksel kasko ve trafik sigortalarının kapsamları yeterli gelmiyor, batarya kaynaklı sorunları , şarj sorunları , o sorunları bu sorunları derken sanki astarı yüzünden pahalıya geliyor, ne dersiniz? Peki üretilmesin mi ? Elbette üretilsin ama bugünün yöntemleriyle pek de sürdürülebilir görünmüyor açıkçası.

İklim kanununun tarım hayvancılık gibi sektörlerde sürdürülebilirlik, su politikaları gibi konulara detaylı yer vermediği eleştirilerine bakalım. Özellikle metan ve azot oksit gibi güçlü sera gazlarının en büyük kaynağı olan tarım ve hayvancılık sektörlerinde yeşil dönüşüm konusu oldukça ilginç. Hayvancılık global karbon emisyonunun %14'5'ini oluşturuyor. İklim yasasını savunan grupların söylemlerinden biri tarım veya hayvancılıkta salınan karbonun paraya dönüştürülebileceği. "Karbonunuzu satmak pasif bir gelir kaynağı, bu fırsatı göz ardı etmeyin" diyorlar. İyi de bu zaten doğal aynı zamanda kaçınılmaz bir durum ve üstelik dünyanın normal çevriminde kendi kendini önemli ölçüde nötrleyebilen bir salınım(dı). Ancak bu sektörlerin ürettiği metan ve güçlü sera gazları, yanlış gübre yönetimi, ormansızlaştırma ve lojistik kullanımı nedeniyle bazen doğanın kendi kendini dengeleme kapasitesini aşabiliyor. Yine de iklim değişikliğinin ana sebebi değil. Artık tüm dünya kabul etti , dünyanın karşı karşıya kaldığı kirlilik, sanayileşme ile başlayan kirlilik.


Başka neler var ?


Avrupa Birliği (AB) “SINIRDA KARBON HESAPLAMASI ve KARBON VERGİSİ”


Tüm okuyup dinlediklerimden vardığım sonuç, kanunun asıl odağı bu konu.


AB, ihracatımızda en büyük paya sahip. AB’nin Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’na (SKDM- Carbon Border Adjustment Mechanism- CBAM) uyumlanarak ihracattaki riskin azaltılması hedefleniyor.


Şöyle ki AB Sınırda Karbon Hesaplaması, amacı ithal ürünlerin AB içindeki üreticilerle eşit karbon maliyeti taşımasını sağlamak olan, AB’ye ithal edilen ürünlerin üretim sürecinde ortaya çıkan doğrudan ve dolaylı miktarını belirlemek için kullanılan bir yöntem. Öncelikle AB'de üretim yapan karbon emisyonu açısından en kötü performansı gösteren %10 üretici referans alınıyor. İthal edilen ürünün üretimi esnasında salınan gazlar gibi doğrudan ve enerji kaynaklarına göre dolaylı olarak ürettiği karbondioksit (CO2) miktarı, ton veya megawatt başına hesaplanıyor. Her 1 ton CO₂ için bir CBAM sertifikası satın alınıyor.

ree

Yüksek emisyon = daha fazla sertifika bu da = daha yüksek ürün maliyeti demek.


İklim kanununda dikkat çeken bir konu emisyon ticareti. Kanun, AB ETS (Emisyon Ticaret Sistemi) ile uyuma, AB ye ürün ihracı sürsün, rekabet avantajı yitirilmesin hedeflerine odaklanmış görünüyor. İşte tam da burada sahneye şeffaf raporlama zorunluluğu geliyor.


Kanun denetim ve raporlamalara ilişkin genel çerçeve ile sınırlı kaldığı için yine eleştiriliyor.

Bugüne kadar sürdürülebilirlik konusunda ışıkları kapattık, ağaç diktik, kağıdı azalttık gibi ifadelere sıkça rastlanan raporlar, pek çok kurum için bundan sonra detaylı karbon emisyonu raporlarını da içerecek. Bu raporlar akredite kuruluşların denetimine bağlı. Türkiye’de sera gazı emisyon raporlarını doğrulama yetkisine sahip ISO 14064-3 standardına uygun olarak faaliyet gösteren kuruluşlar, Türk Akreditasyon Kurumu (TÜRKAK) tarafından akredite ediliyor ve İklim Kanunu kapsamında işletmelerin emisyon verilerini doğrulamakla görevli olacaklar.


Bu raporlamalarda en çok dikkat edilen ve denetlenmesi gereken konu ise hileli raporlar olacak. Yazılım manipülasyonu, raporlarda kullanılan emisyon faktörleri, ölçüm yöntemleri veya faaliyet verilerini kasıtlı olarak düşük gösterme, laboratuvarda yapılan manipülasyonlar gibi özelikle geçtiğimiz yıllarda otomotiv sektöründe dünyayı sarsan skandallarına şahit olduğumuz hileli raporlama teoride mümkün görünse de, hile yapmak çok riskli ve milyarlarca Euro ile sonuçlanan ağır cezai sonuçları var.

İklim kanunu ile gündeme gelen önemli sorunlardan biri de Su Politikaları. Kimileri tersini düşünse de ülkemiz kuraklık tehdidi altında ve kullanılabilir su tüketiminin en büyük payı tarımda. Üreticilerin suya ihtiyacı var ve son kanunun su kaynaklarına ilişkin planlama konusunda daha detaylı olmasına dair beklentiler cevapsız kalmış görünüyor. Su yaşamın temeli ve her geçen gün iklim değişikliği ile azalan, sanayileşme ve atıklarla kirlenen su kaynaklarının karşı karşıya kaldığı tehditler, dünyanın gelecek dönemdeki en büyük riski bana göre (Geleceğin Savaş Nedeni- SU)


Karbon Vergisi, çevreye verilen zararın maliyetini yansıtmak ve daha çevre dostu üretim ve tüketim alışkanlıklarını teşvik etmek amacıyla fosil yakıtların yanması sonucu ortaya çıkan karbon dioksit (CO2) emisyonlarını ekonomik olarak cezalandırmayı hedefleyen, karbon içeren ürünlerin veya emisyonların vergilendirilmesine dayalı bir politika. Özellikle karbon yoğun ürünlerin ithalatına ek maliyetler getiren Avrupa Birliği'nin (AB) uygulamaya koyduğu Sınırda Karbon Vergisi Mekanizması'nın (CBAM),uluslararası ticarette rekabet gücünü doğrudan etkilemesi nedeniyle ihracatçılar için oldukça önemli bir konu.


Başta en büyük ihracat pazarımız olan AB olmak üzere, ürün ne olursa olsun, tüm üreticilerimize önemli sorumluluklar düşüyor. İklim kanununun “karbon salınımının, ayak izinin vergilendirilmesi yolunu açtığı” yani ülkede nurtopu gibi yeni bir verginin yolda olduğu da diğer söylenenler arasında. Paylaşılanlara göre bu vergi yüksek karbon emisyonu olan endüstrileri hedefliyor ve bu endüstrilerden alınacak vergilerle yenilenebilir enerji ve düşük karbon salınımlı teknolojileri kaynak yaratmak amacını güdüyor.


KARBON BORSASI

Sürdürülebilirlik konusunda çalışanların oldukça aşına olduğu, çevreyle dost bir ekonomiye geçişte hem bir araç hem de bir fırsat olarak anlatılan karbon borsası, benim gibi sıradan insanlar için yepyeni bir konu. İşleyişini basitçe “az kirleten kazanır” şeklinde anlatabilirim. Herkesin bir kirletme hakkı olan sistemde, hakkının altına kirletenler kalan temiz hava haklarını, havayı çok kirletenlere satıyorlar. Çok kirletenler de bu kötü durumdan kurtulmak için az kirletenlerden satın almak zorunda kalıyorlar. İşte bu alışverişe karbon borsası deniyor.


İKLİM KANUNU ve SİGORTA İLİŞKİSİ


İklim değişikliğiyle mücadele ve uyum sağlama amacıyla geliştirilen projelere sağlanan finansal kaynakları ifade eden "İklim Finansmanı" kavramına değinelim, yani dönüşümün finansmanı. Yeşil Seri'de de bahsettiğim gibi iklim finansmanı ile sigortanın çok güçlü bir bağı var, adeta birbirlerinin tamamlayıcısılar.


Yenilenebilir enerji projeleri (güneş, rüzgâr, hidroelektrik), enerji verimliliği yatırımları, - sel önleme, kuraklıkla mücadele gibi iklim uyum altyapıları, karbon yakalama ve depolama teknolojileri, ormanlaştırma ve doğal karbon tutucu projeler gibi pek çok faaliyet için finansmana ihtiyaç ve bu kaynağı sağlayan fonlar var. Sigorta, risk yönetimi yaklaşımıyla riski azaltan rolü, önümüzdeki yıllarda “net zero” hedeflerine ulaşmak için planlanan trilyonlarca dolarlık yatırımlara sağlayacağı teminatlar ve kamu-özel sektör iş birliğiyle iklim projelerine daha fazla sermaye çekilmesini sağlayan kaldıraç etkisiyle iklim finansmanının kolaylaşmasını sağlıyor.


İklim kanununda konunun takipçisi devlet kademelerinde oluşturtulan pek çok komisyon olacağı anlaşılıyor. Kanun kapsamında Türkiye Sigorta Birliği (TSB), kurulacak Karbon Piyasası Kurulu'nun danışma kurulunda üye olarak yer alacak. İklim yatırımlarının risk algısını ve borçlanma maliyetlerini azaltmak amacıyla sigortacılık araçlarının geliştirilmesi kamu kurumları tarafından desteklenecek. Bu sayede sigorta sektörümüzün yenilikçi yaklaşım ve ürünlerinin bu dönüşüme olan desteklerinin artması hedefleniyor.



ree

Kanunun afetlerin neden olduğu kayıp ve zararlarının risk değerlendirmesi ve uyarı sistemlerine dair içeriklerinin yüzeysel olduğu da diğer söylenenler arasında. Burada her zaman altını çizdiğimiz doğal afet riskleri, modellemeler, sigorta çözümleri ön plana çıkıyor. Geçtiğimiz haftalarda içimizi dağlayan Ege Bölgesi'ndeki yangınların dumanı hala tüterken, sektörün tüm paydaşlarının hazır olarak beklediği ZAS'ı tekrar hatırlatmak istiyorum. 2024 ortasından itibaren basında çok sık yer alan ZAS , bir türlü devreye alınamadı. Umarım daha fazla gecikmez.


Sanayi kuruluşlarının sigorta ihtiyaçları için mevcut teminat yapıları artan doğal afetlerle her geçen gün zora giriyor. Yüksek karbon salınımlı endüstrilere olan ihtiyaç ortadayken küresel sigorta piyasasının ilk zamanlardaki uygulamaları eleştirilmişti. Şurası gerçek, yenilenebilir enerjinin fosil yakıtların yerini almasına daha uzun yıllar var.


Süreç kendi başına ciddi miktarda enerjiye ihtiyaç duyarken hem bu fosil yakıt üreticileri hem de bu yakıttan enerji elde etmek mecburiyetinde olan her türlü sanayi için, bugünkü hal yeni uygulamalar, yüksek maliyetli yatırımlar, vergiler, cezalar ve borsa ile daha da şenlikli hale geldi.


Ha deyince olmuyor ama fazla da oyalanmamak gerekiyor. Dünyada tarifelerin yarattığı ticaret savaşlarının ortasında kalan pek çok sanayi kuruluşu için satış yapmak her zamankinden daha zor. Rekabette ön planda olmak için maliyetlerini baskılarken aynı zamanda daha az kirletmek için de yatırım yapmaları, kaynak ayırmaları gerekiyor. Bir taraftan sigorta maliyetleri artarken, teminat kapsamları ve kapasiteler daralıyor. Karbon borsasında alım satım yaparak atlatılacak iş değil kısaca.


2025 tarım sektörümüz açısından felaket bir yıl oldu, Aşırı soğuklar, aşırı yağışlar, don olayları, yangınlar derken üreticilerin başına gelmeyen kalmadı. Burada ön plana çıkan konu tarım sigortaları ve elbette TARSİM, TARSİM sadece don olaylarında 21 Milyar TL'lik zarar olduğunu duyurdu. Sigortalılık oranının düşük olduğu bu branşta 21 Milyar çok yüksek bir tutar. Hele bir de sigortalı olmayanları dikkate alırsak ekonomik zarar, üstüne tekrar üretmek için gerekecek kaynak ihtiyacı ve üreticilerin psikolojisini düşünün. Bu durumdan hepimiz etkileniyoruz, çarşı pazarın pahalılığı ortada. Tarım sektöründe koruma açığı çok yüksek ve üreticilere verilen destekler bu açığın kapanmasına yetmiyor. Sigorta sektörünün iklim finansmanı ile ilişkilendirilmiş özel sigorta kapsamları, parametrik ve mikro sigortalar gibi çözümlere odaklanması gerekiyor.


Sigorta ile iklim kanunu ilişkisine nakliyat sigortaları ile devam edeyim. Üretilen ürünün transferinde kullanılan araç ve aracın kullandığı yakıta kadar her şey dikkate alınıyor. Nakliyat ve denizcilik sigortaları sektörü son yıllardaki jeopolitik olaylarla artan hasarlar karşısında pozisyon almaya çalışırken, bir yandan da iklim uyumlu lojistik projelerine yatırım yapıyor. Zaman içinde yenilenebilir enerji ya da düşük karbon salınımlı yakıtların kullanımının artmasıyla primlerini dengelemeye çalışacak. Açıkçası bu durum, ürün sevkiyatlarının neredeyse %90’ından fazlasının fosil yakıt tükenen kara taşımacılığı ile yapıldığı ve bir lojistik transit bölgesi olan ülkemiz için çok önemli bir konu. Lojistik sektörümüz dönüşümün henüz ilk aşamalarında ve diğer ülkelerde de durum benzer. Sektörün dönüşümü tıpkı ağır sanayi gibi daha uzun zaman alacak. O zamana kadar da gündemleri oldukça meşgul olacak gibi görünüyor.


İklim kanununun ihracatçılar açısından büyük öneme sahip ve ticari varlıklarının bütünleyicisi “Ürün Sorumluluk” sigortalarına etkilerine de bakmak gerekli. Bu konuda bugüne kadar örnek olaylarla açıklamaya çalıştığım ürün sorumluluk konusu tüm üreticiler için hayati öneme sahip, ancak ne yazık ki bu konuda farkındalık, özellikle ihracatın önemli kısmını gerçekleştiren KOBİ’lerde hala oldukça düşük.

Enerji ve inşaat yatırımları finansmanında yenilenebilir enerji, yeşil binalar ön plana çıkıyor. Sigorta sektörü bu yatırımların başına gelebilecek risklere karşı teminat sağlayarak destek rolünü sürdürürken, yeşil fonlara yaptıkları yatırımlarla da finansman sağlayıcısı konumundalar.


Konu denetim ve raporlamaya gelince mesleki sorumluluk (PI) ve yönetici sorumluluk (D&O) sigortaları öne çıkıyor. Geçmişte yaşanan örnekler denetleyici kurumların hata ve atlamaları ile yöneticilerin hatalarının hissedarlarda yaratabileceği kayıplar açısından bu sigortaların önemini ortaya koyuyor.


Siber riskler eksik kalır mı? Günümüzde veri en kıymetli kaynak ve korunması da bir o kadar güçleşti. Siber tehditlerin karbon emisyonuna yansıması ise biraz görünmez gibi, ilk etapta aralarında direkt bir bağlantı kurulamasa da bu tehditlere karşı alınan her önlem veri merkezlerinin daha fazla işlem gücü ve soğutma ihtiyacını doğuruyor,. Fidye yazılımı gibi tehditler sonrası yedekleme ve kurtarma süreçleri ekstra enerji tüketimi ve yedek veri transferi gerektiriyor. Mecburen sürekli aktif olan antivirüs programları, sistemler, yapay zeka ve analiz araçları enerji tüketimini artıran ek işlemci gücü gerektiriyor. Kripto madenciliğinin yüksek elektrik tüketimi ise karbon salınımını artıran bir sebep olarak zaten ortada.


Gelelim kasko ve trafik sigortalarına. Açıkçası sektör düşük karbon salınımı yapan elektrikli araçların sigorta ihtiyaçların tümüne cevap veren çözümleri sunmakta zorlanıyor. Hasarları geleneksel kaskodan oldukça farklı olan elektrikli araçların sigorta kapsamları da farklı olmalıyken, temeli hala geleneksel genel şartlar. ”Komşu da bizi gezdirecek mi? ” yazımda değindiğim gibi bu araçların kazası da, çarpışması da, yangını da olay, bildiğiniz gibi değil. Özellikle araçların sorumluluk teminatlarının gelecekte yetersiz kalacağı, siber riskler, kişisel veriler gibi hassas pek çok riskin konuşulduğu günlerden geçiyoruz (Hayaldi gerçek oldu - Kara Şimşek)


Konut sigortalarına bakalım. Biz ne olur ne olmaz diye eşya atmayan bir milletiz, yokluk zamanları ve eskiden gelme alışkanlıklarla konutlarda hala kullanılan pek çok ev aleti yaşlı. Pek çok evde hala enerji tüketimi yüksek eski buzdolabı, merdaneli çamaşır makinesi gibi aletler var, genellikle yedek olarak kullanılıyor. Ne dersek diyelim değiştirmeye ikna edemiyoruz, çünkü hala taş gibi çalışıyor! Diğer taraftan alım gücü de önemli bir etken, mesela pek çok öğrenci evinde ikinci el eşyalar var, her şeyin yeni çıkanı alınamayabiliyor. Sigorta şirketleri sigortalarken ev eşyalarının ne durumda olduğunu sormuyor. Belki ileride sormaya başlarlar.


İklim değişikliğinin etkileri tüm dünyanın gündeminde. Kanunun karbon emisyonlarının ne zamana kadar ve hangi yöntemlerle azaltılacağına dair yeterli bir çerçeve sunmadığı ve bu haliyle bir iklim kanunu olmaktan uzak olduğu eleştirileri sürerken , anlaşmalar, protokoller, vergi uygulamaları, teşvikler ve cezalarla durumu kontrol almaya çalışılan bir süreçten geçiyoruz. Sigorta sektörü sağladığı teminatlar, risk yönetimi desteği ve kaynak sağlayıcısı rolüyle bu geçiş sürecinin en kritik oyucularından biri.



ree

Dünya kirleniyor ve bu kimsenin hayrına değil.

Durum bu kadar endişe vericiyken, sanayileşen veya gelişmekte olan pek çok ülke dünyayı kirletmeye de aynı hızla devam ediyor. Geçmişin günümüze etkilerini yok sayamayız, henüz dünyadan başka yaşayacak yerimiz yok.




Faydalı bağlantılar



İlgili Blog Yazıları

Commentaires


bottom of page