top of page

SUSUZLUKTAN KIRILIRKEN SELE KAPILMAK



ree

Foça’da bir yaz günü, musluklardan su akmazken insanların bidonlarla çeşme aradığı günlerden çok değil, birkaç ay sonra, sonbaharda aynı sokaklar sel sularıyla doldu taştı; selde bir vatandaşımız hayatını kaybetti.


Ülkemiz iklim değişikliğinin en görünür ve en çarpıcı çelişkisini yaşıyor, bu çelişki artık istisna bir urum değil, yeni normal, "Susuzluktan kırılırken sele kapılmak".


2025 Foça'nın hem susuzlukla hem taşkınla sınandığı bir yıl oldu. Temmuz ayında, Tahtalı Barajı’ndaki su seviyesi kritik düzeye inince Eski ve Yeni Foça’da bir haftadan uzun süren su kesintileri yaşanmış, musluklardan suyun akmadığı, temizlik ve içme suyu ihtiyaçlarının aksadığı ilçede turizm faaliyetleri durma noktasına gelmişti. Yerel halk ve tatilciler sosyal medyada çaresizliklerini dile getirirken, bölge susuzluğun ne demek olduğunu iliklerine kadar hissetti.


Yaz aylarında susuz kalan Foça 'da 23–24 Ekim tarihlerinde 1,5 saatte metrekareye düşen 144 kilogram yağmur sonrası mahalleler, evler, iş yerleri ve yollar sular altında kaldı. Dere yatakları taştı, menfezler yetersiz kaldı, sahil kesiminde sel suları denizle karıştı. Felakette sel sularına kapılan 70 yaşındaki vatandaşımızı arama kurtarma çalışmaları Foça’nın kalbini ayrıca acıttı.


Bu iki uç olayı aynı yıl içinde yaşayan Foça, susuzluktan kırılırken sele kapılma deyiminin acı ve gerçek karşılığı oldu adeta.


Peki neden ?

Turizm ve yerleşim baskısıyla doğal su döngüsü bozulan Foça'da kuraklıkla sertleşen toprak, ani yağışta suyu ememeyince taşkın kaçınılmaz oldu. Altyapı hem suyu tutmaya hem taşkını önlemeye yetmedi.


Peki bu durum sadece Foça için mi geçerli, Hayır! Bu yıl en gözde ve pahalı tatil yerleri Bodrum, Alaçatı, Çeşme gibi bölgelerde zaten yıllardır devam eden su sorunu, dayanılmaz seviyelere geldi. Ekim ayı başından beri Ankara'dayım, Ankara da su resmen bir kriz durumunda. Günlerce süren planlı bakım kesintileri halkı canından bezdirmiş. Resmi gerekçesi genellikle pompa arızaları, şebeke sorunları ve bakım çalışmaları olarak açıklansa da bence bu teknik nedenlerin arkasında yatan daha derin sorun var, su kaynaklarının azalması ve sistemin bu baskıya karşı kırılgan hale gelmesi, suya erişim hakkı, altyapı yatırımı ve iklim uyumu eksikliği gibi daha büyük bir sistemik sorunların bir yansıması. Gerçek neden, suyun varlığı değil; su var ama son yıllarda aşırı göç alan şehirdeki altyapı, yazın artan tüketim , azalan yağışa karşısında sistemler dayanamıyor.


Büyük şehirlerin durumu günlerce basında yer aldı. Bursa, İzmir, hep gündemde olan İstanbul. Neredeyse gün aşırı İstanbul Barajları doluluk oranlarını takip ediyorum, Bugün ortalama %23, Ankara %14,8, Bursa %7,07 İzmir %47. 2025 Ağustos itibarıyla Türkiye genelinde barajlarda 39,8 milyar m³ su bulunduğu geçen yıl bu miktarın 49,8 milyar m³ olduğu belirtiliyor. Barajlardaki aktif depolama miktarını doğrudan etkileyen ise yağışlardaki son bir yılda %27,7 lik azalma.


Bu yaşananlar, sadece bir afet değil; suya, altyapıya ve iklime dair kolektif bir uyarı aslında.


Musluğu çevirdiğimde suyun cılız akması bile beni deli eder. İlk saniyeden itibaren huysuzlaşırım ve hemen aklıma düşer, ne oldu? Neden kesildi? Ne zaman gelecek ?


Sessiz Kriz- Su Kıtlığı


Sandığımızın aksine su zengini bir ülke değiliz. Kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı 1.519 m³ civarında. Bu değer de ülkemizi “su sıkıntısı çeken ülke” kategorisine sokuyor. 2050’ye kadar bu miktarın 1.069 m³’e kadar düşmesi bekleniyor ki bu da bizi "su kıtlığı çeken ülke” statüsüne taşıyabilir. Ancak bu çok sessiz bir kriz. Musluktan su akıyorsa, su seviyesi azalan barajları, yeraltı su kaynaklarındaki düşüşü, tarımda azalan verimliliği fark etmiyoruz. .


Üstelik kuraklık artık sadece yaz aylarının sorunu değil, kışın bile yağışlar yetersiz kalabiliyor. Ülkemizin önemli su havzalarında hem su miktarı hem su kalitesi alarm veriyor. Bu krizi derinleştiren faktörlerin başında tarımda aşırı sulama ( aslında bu yanlış tarım politikalarından kaynaklanıyor) sanayide kontrolsüz kullanım ( payı yaklaşık %12) ve kentleşme baskısı geliyor.


Bunlar sadece ülkemizde mi oluyor? Hayır . Dünyada da durum farklı diyemeyiz.

Son 5 yılda dünyada yaşanan büyük sel felaketlerinin çoğu, kuraklıkla mücadele eden bölgelerde gerçekleşmiş.

2022 de muson yağmurları öncesinde tarım alanları kuraklıktan kırılan Pakistan'da ani yağışlar 33 milyon kişiyi etkiledi. 2023 de Libya'da susuzluk ve ardından taşkınla baş edemeyen Derna Barajı nın neden olduğu selde 11.000’den fazla kişi hayatını kaybetti. 2024 de güney eyaletleri kuraklıkla boğuşurken, Brezilya'ya yüzyılın seli geldi. yüzbinden fazla insan tahliye edildi. 2023 de California'da tarihî kuraklık sonrası “atmosferik nehir” sistemiyle sel yaşandı. Çin'de (Henan, 2021), kentleşme ve su stresi, metroyu sular altında bıraktı.


Tüm bu örnekler, iklim çelişkisinin küresel bir gerçek olduğunun göstergesi. Su artık hem eksik hem fazla; hem hasretlik hem tehdit.


İklim değişikliği nedeniyle değişen yağış rejimi; Sel felaketine uğrayan bölgelerin çoğu aynı zamanda kuraklıkla mücadele eden yerler. Yani sel ve susuzluk artık aynı coğrafyada, aynı dönemde yaşanabiliyor. Düzenli yağmur yerine, uzun kuraklık dönemlerini ani ve yoğun yağışlar izliyor.


AFAD- EM-DAT verilerine göre 2020–2024 yılları arasında Türkiye’de 400’den fazla sel olayı yaşanmış; yılda ortalama 70–90 sel kaydediliyor. Bu afetlerin büyük kısmı Karadeniz, Marmara ve Akdeniz bölgelerinde yoğunlaşmış. En yıkıcı yıl olan 2021’de Kastamonu-Bozkurt seli yaklaşık 15 milyar TL zarara yol açarken, 2023’te Antalya ve Mersin’de tarım alanlarına zarar veren, 2024’te İstanbul ve Kocaeli’de altyapı ve konutları etkileyen sel felaketlerinin son beş yılda neden olduğu doğrudan maddi zarar 50 milyar TL’yi aşmış.


2050’ye kadar su kıtlığı riski ciddi biçimde artıyor. Türkiye, 25 ana su havzasına bölünmüş durumda. Tarım Orman Bakanlığının haritasında bu havzaların sınırları, su kütleleri ve risk durumları yer alıyor. Akarsular, göller, barajlar ve yeraltı su kaynakları ayrı ayrı sınıflandırılmış. Her bir su kütlesi için kalite ve miktar verileri sunuluyor.

Harita, kirlilik, kuraklık, aşırı kullanım gibi riskleri bölgesel bazda işaretliyor. Özellikle Konya Kapalı Havzası, Ergene ve Büyük Menderes gibi alanlar yüksek risk altında.

Harita, CBS (Coğrafi Bilgi Sistemleri) tabanlı olarak hazırlanmış ve kamu kurumlarının planlama, izleme ve müdahale süreçlerinde kullanılmak üzere tasarlanmış.


ree

İklim değişikliğiyle birlikte sel olayları daha sık ve yıkıcı hale geliyor. Dünya reasürans piyasası, sel riskini artık “ikincil” değil, sistematik ve büyüyen bir tehdit olarak tanımlıyor.


2024’te küresel ölçekte sel kaynaklı sigortalı zararlar 137 milyar dolardı, 2025’te bu rakamın 145 milyar doları aşması bekleniyor.


Küresel Reasürans Piyasasında Sel Riski – 2025 Görünümü

Modellemeler, şehir sellerinin ve ani taşkınların en hızlı büyüyen risk kategorisi olduğunu gösteriyor. Swiss Re’nin Sigma 1/2025 raporuna göre, 2024 yılında doğal afetlerden kaynaklanan toplam sigortalı 137 milyar dolar zararın önemli kısmı şehir selleri ve ani taşkınlardan kaynaklandı. 2025 öngörüsünde Kanada, ABD ve Asya’daki kent selleri dikkat alınıyor. Ekonomik zararın 318 milyar dolar olarak hesaplandığı bu afetlerin sigortalı kısmı ise %43, yani %57’si sigortasız olduğu belirtilen olaylar sonucu koruma açığı 181 milyar dolar.


Morningstar DBRS raporuna göre, 2025’in ilk yarısında önde gelen reasürans şirketleri 12 milyar dolar net gelir elde etti. Ancak birleşik rasyo %87,6 ile hâlâ kârlılık sınırında. Oranın yükselmesinde önemli etken artan ikincil zararlar (sel ve fırtına kaynaklı hasarların artması)

Reasürans piyasası finansal yatırım gelirleri ile teknik zararları dengeleyebildi belki ama sektör, sel riskinin artık “modelleme dışı sürpriz” olmaktan çıktığını kabul etmiş durumda.


Modellemeler sel riskinin en hızlı büyüyen doğal afet kategorisi olduğunu gösteriyor, bunda kentleşme, altyapı eksikliği ve iklim değişikliği faktörleri neden olarak gösteriliyor. Yeni nesil modellemeler, topografya, altyapı kapasitesi, yağış yoğunluğu ve iklim senaryolarını birlikte değerlendirirken, şehir selleri, klasik taşkın modellemelerinden farklı olarak mikro bölge bazlı analize ihtiyaç duyuyor.


Reasürans piyasası son 2 yıldır aynı mesajı veriyor, sigortacılık artık sadece risk transferi değil, risk azaltma ve önleyici stratejiler geliştirmekle de sorumlu. Yeşil seriden hatırlayacaksınız reasürans şirketleri, iklim adaptasyonu ve altyapı yatırımlarını teşvik eden poliçelere öncelik veriyor çünkü sektör, iklim krizinin finansal tamponu konumuna yerleşiyor.


Artık “ikincil” olmaktan çıkıp, stratejik bir tehdit haline gelen Sel riski konusunda "Koruma açığı" (protection gap) hâlâ büyük: Özellikle düşük gelirli ülkelerde sel zararlarının çoğu sigortasız kalıyor.

Ülkemizde yaklaşık 17 Milyon konut var ve yaklaşık %39’u sigortalı. Bu oran hem zorunlu deprem sigortasını (DASK) hem de ihtiyari konut sigortalarını kapsıyor. 2025 itibarıyla yaklaşık 6,8 milyon konutun isteğe bağlı sigortalı olduğu belirtiliyor. Sigortalılık düşük, çünkü olan biten bu kadar afete rağmen hala farkındalık düşük, maliyetler kaygılandırıyor ve zorunlu değil. Ha, zorunlu olan DASK ZDS de durum ne diye bakarsak , sigortalılık oranı bugün itibariyle % 57,8 yani, her fırsatta belirttiğim gibi ülke kaç defa başımıza yıkılırsa yıkılsın , depremden ödümüz de kopsa, bu koruma açığı azalmıyor. Ha çıktı ha çıkacak diye beklediğimiz ZAS, hala devrede değil.


“Suya Saygı, Sisteme Akıl”


Ülkemizde su yönetimi hâlâ mevsimsel reflekslerle yürütülüyor. Kuraklıkta baraj doluluk oranları konuşuluyor, selde menfezler tartışılıyor. Oysa bu iki kriz aynı sistemin ürünü.


Türkiye’de su yönetimi çok aktörlü bir yapıya sahip. Ana sorumluluk Tarım ve Orman Bakanlığı’nda, ancak çevre, şehircilik, meteoroloji, yerel yönetimler ve özel sektör de sürece dahil ve her kurumun farklı bir rolü ve yetki alanı var. Şöyle ki Tarım Orman Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürlüğü ulusal su politikalarını belirlerken, DSİ altyapı yatırımlarını yürütüyor; SUEN (Türkiye Su Enstitüsü) bilimsel danışmanlık sağlarken, Doğa Koruma Genel Müdürlüğü ise sulak alanları koruyor. Çevre Bakanlığı su kirliliği ve arıtma süreçlerinden, Meteoroloji kuraklık ve taşkın verilerinden sorumlu. Belediyeler ve yerel idareler içme suyu ve atık su hizmetlerini yürütürken, Enerji Bakanlığı HES’leri denetliyor. Cumhurbaşkanlığına bağlı strateji kurumları ise bütçeleme ve uluslararası uyum süreçlerini yönetiyor. Koordinasyon ve ortak veri paylaşımı gerektiren bu çoklu yapı , havza bazlı yaklaşım ve yerel-küresel uyum nedeniyle kritik önemde.


Su, sadece akmaz, aktarır”

Tabi burada öne çıkan bir konu daha var ki gelecek nesillerimiz açısından çok çok önemsiyorum, "Sınır Aşan Sularımız"

Suyumuzu korumak, sadece bugünü değil yarını da savunmaktır. Suyumuzu korumak için iyi yönetim, bilinçli tüketim ve ekosistemi odağına alan planlama şart. Havzaları birlikte yönetmek, suyu bilinçle tüketmek ve doğayı merkeze almak bir moda değil, zorunluluk.


Su, sadece bugünü değil, yarını da taşır. Onu korumak; sadece çevresel değil, stratejik, sosyal ve etik bir sorumluluk. Sınır aşan sular ise bu sorumluluğun en hassas noktası bana göre ve bu sadece bir kaynak meselesi değil; sınır aşan sulardaki haklarımız gelecek nesillerin gıda güvenliği yani sofrası, enerji üretimi ve diplomatik istikrar ve barış için hayati önem taşıyor.


Su yönetimi artık çevresel değil, stratejik bir güvenlik meselesi. 2026’da Türkiye’de sel riski en yüksek bölgeler olarak eğimli arazileri ve yoğun yağışlarıyla Giresun, Rize, Trabzon gibi Karadeniz illeri , tropikleşen iklimin etkisiyle Mersin ve Kahramanmaraş , kar erimesi sonrası Doğu Anadolu’da Muş ve Ağrı gibi iller gösteriliyor. Kentleşme baskısı, altyapı eksiklikleri ve iklim değişikliği bu riski artıran etmenler. Ülkenin altyapı planlaması, iklim çelişkisini gözeterek tasarlanmalı ve yapılmalı. Tarım, turizm ve şehirleşme politikaları su stresine göre yeniden şekillenmeli. Yerel yönetimler, “yağmur geldi ama su yok” paradoksunu çözmek zorundalar, baksanıza Adana ve Mersin 2030’da, İstanbul ve Diyarbakır ise 2050’de içme suyunun tükeneceği öngörüsü var.


Hep deprem diyoruz, depremden korkuyoruz ancak son yıllarda frekansı ve yıkıcı etkisi artan sel artık sadece meteorolojik bir olay değil; ekonomik bir tehdit; şehir ve altyapı planlaması, iklim politikası ve vicdanın diğer ortak sınavı.


Depremde, selde, fırtınada… milyarlarca liralık ekonomik zarar yaşanıyor. Oysa bu yükün büyük kısmı, makul primlerle sigorta yoluyla paylaşılabilir.

Her fırsatta söylüyorum, yine söyleyeceğim:

Sigorta sadece bireyin değil, ülkenin de ekonomik direncidir.

Zararın tamamını devletin ya da vatandaşın sırtına yüklemek yerine, riskin önceden bölüşüldüğü bir sistem kurmak mümkün.


Çünkü afet sonrası değil, afet öncesi dayanışma hayat kurtarır.

Herkese güvenli, sigortalı günler.



İlgili blog yazıları

Yeşil Seri


Kullanılan Web Siteleri ve Kaynaklar


Yorumlar


bottom of page