Her çalışan anne gibi günüm erken başlar. Oğlumdan önce kalkar, var yemez bir çocuk olduğu için bütün gün aç kalmasın diye mutlaka kahvaltısını hazırlar(dı)m (Bu sene havluyu attım, artık kendi başının çaresine bakıyor). Oğlumdan hemen sonra evden çıkmam gerektiği için de, öncesinde kendim hazırlanırdım. Hava geç aydınlanıyor, çocuklar gece karanlığında okula gidiyor, o zamanlar daha küçük olduğu için servise de ben götürüyorum. Sonrasında da trafiğe kalmamak için evde telaşlı bir koşturmacam oluyor.
Neyse, kahvaltı, servise bindirilme faslı bittikten sonra, günün ilk kısa mesafe koşusunu tamamlamış şekilde, son hazırlıklarımı yapmaya başladım. Eskiden beri huyumdur, evi dağınık bırakmam. Ortalığı toparlarken aceleyle hareket ettiğim için dengemi yitirdim ve koltuğun köşesine sert bir şekilde başımı çarptım. Koltuğun köşesi kumaş ama, nasıl bir darbe aldıysam, canım hayli yandı. Baktım kanama falan yok, oyalanmadan evden çıktım.
O gün işler yoğun, önemli bir ihaleye teklif veriyoruz. Teklif vereceğimiz şirket yıllardır başka bir aracı ile çalışıyor, ilişkileri kuvvetli, iş öyle çantada keklik değil. Biz de oldukça detaylı bir çalışma yaptık, bazı önemli noktaları ve eksiklikleri yakaladık, kendimize güveniyoruz.
Şirket yöneticilerimizden biri potansiyel müşteriyle oldukça yakın ve doğal olarak çok titizleniyor. Genel müdürümüz de sene sonunu güzel, yeni bir işle taçlandırmak istiyor. Yurtdışına müjdeli haberi vermek için heyecanlı bir gayret içindeyiz.
Böyle ihalelerde sadece iyi ve iddialı bir teklif hazırlamak yetmez. Sunumunuz, vakti az olan yönetim kuruluna hap halinde bilgi verecek kadar kısa ama dolu olmalıdır. Toplantıya kimin hangi sırayla gireceği bile önemlidir. Yönetim kuruluna rapor eden kişilerle iletişiminiz kuvvetli olmalıdır. Sonuç olarak teklifinizi sunacağınız gün sadece dokümantasyon değil, ortam ve zemin hazırlığı için de detaylı çalışmak gerekir. Tam da böyle bir gün yaşanıyordu.
Birlikte çalıştığım tüm arkadaşlarım bilir, içerikle beraber sunumun genel görüntüsü, slaytların sıralaması, renkleri, kurumsallık ve uzmanlığın öne çıkarılması gibi konulara çok özenirim. Tahmin edebileceğiniz gibi sunum taslakları günler öncesinde hazırlanmış, her gün yapılan çalışmalar, metinler, teklifler üzerindeki tartışmalar ve revizyonlarla son haline neredeyse kavuşmuş durumdaydı. Son dakika değişikliklerine de kendimi hazırlamıştım. En başta kendi yöneticilerimin istekleri, sonra da bu isteklerin formatla uyumlandırılması gibi işler için de kafamın içinde dolanan A -B- C planlarımla ofise girdim. Hoşbeş günaydın sohbetlerinin ardından, masama geçip son duruma baktım; teklif metni, pazarlıkta kullanılacak indirimler için cebe koyduklarımız, iş planı, zamanlama her şey tamam görünüyordu.
Öğlene kadar teklif ve ilgili diğer hazırlıkları tamamladık. Müşteri sunumun önceden e-posta ile gönderilmesini istemişti. Sayfa düzenlemeleri bitmişti. Teklif, teknik bilgiler, özet maliyet tablosu, karşılaştırma tabloları, kapanış ve tavsiyeler kısmı ile 25-30 sayfa civarındaydı. Ekler oldukça yer tutmaktaydı, onları da numaralandırıp hazırlamıştık. Bir de yönetim kuruluna yapılmak üzere kısa özet sunumumuz vardı. Bu koşturmacada sabah yaşadığım kaza tamamen aklımdan çıkmış, telaş bitip sona yaklaştıkça kafamın sol tarafında hafiften zonklamaya başlayan ağrı, kendini iyice hissettirmeye başlamıştı.
"Ha gayret" dedim kendime, "sonuna geldin, dayan"
Niyetim eve biraz erken gidip dinlenmekti. Yöneticilerimin odasına girdim. İkisi de benden yaşça oldukça büyük, çok sevdiğim saydığım insanlar, aralarında da çok tatlı bir dostluk var. Sohbet ediyorlardı, e-posta gönderime hazır dediğimde sağ olsunlar bir bakalım bile demediler.
İçimden "Süper" dedim ve sorumla beraber hiç bitmeyecek gibi gelen anlar başladı.
"E-postayı hanginiz göndereceksiniz?"
Birbirlerine baktılar. Biri dedi ki, "sen şirketin genel müdürüsün sen gönder", diğeri dedi ki "ama yönetim kurulunu sen tanıyorsun sen gönder". Kim göndersin kararı çabuk çıkmayacaktı:. "Sen gönder çünkü..." ile başlayıp, "vakti zamanında başka bir işte ne olmuştu hatırlıyor musun?" "Hmm, haklısın ama şimdi benden giderse - hani bizim .. vardı ya, laf etmesin, böyle konulara hassastır, takılır şimdi" şeklinde uzuyordu. Tenis maçı seyreder gibi, bir birine bir diğerine bakıyorum, başım da iyice zonklamaya başlamış, hani tükendiğimiz bir nokta vardır ya, o noktaya doğru hızla ilerliyorum. O esnada dışarıdan bakan halimi anlar mıydı bilmiyorum ama tüm beden dilimin "şunu geçsek artık" dediğine eminim, bunu yöneticilerime belli etmek istemiyordum elbette.
Sonunda genel müdürün e-posta adresinden ikisinin imzası ile gitmesi yönünde mutabakat sağlandı. "Benim bilgisayarımdan gönderebilirsiniz" dendi. Harika! Sona yaklaştık artık .
Genel müdürümün bilgisayarının başına geçtim, ekleri hazırladım, yazmaya başladım.
Sayın...- "Pardon"dedim, "kime hitaben yazıyoruz" ? O anda "lütfen bir an önce bitsin" diyen ifademe bu sefer korkunun eklendiğine emindim ki, ikisi de aynı anda aynı ismi söylediler. Oh!
E-postanın hitap ve amaç cümlelerinde mesajı kısa ama güçlü şekilde vermek önemlidir. Ben hala masada, bilgisayarın başında, mesajım da zaten aklımda , tam başlayacağım, bu defa da aralarında "ne yazalım" diye konuşmaya başladılar. İkisi karşılıklı oturdukları misafir koltuklarında ellerinde kahveleri metni tartışırken ben de masada, içimde inanılmaz şekilde beni dürtüp duran "hadi, gönder tuşuna bas" diyen iç sesime direnerek, kalan son takatimle dinliyorum. Başım nasıl zonkluyor bir taraftan.
Sonunda, sonunda derken bu kısım "kim göndersin"den oldukça uzun sürdü, bir metinde mutabık kaldılar. Dikte kısmı başladı,
Sayın..
... sigorta yenilemelerinde tarafımıza...
Ve durup metni biraz daha değiştirmeye karar verdiler , tekrar aralarında konuşmaya başladılar. O an artık dayanılmaz hal alan zonklama ve ağrıyla elimi başıma götürdüm, başımın sol tarafı neredeyse erik kadar şişmişti, farkına bile varmamıştım. Hani herkesin bir ağızdan konuştuğu uğultulu anlarda aniden bir sessizlik anı olur ve o an tek kişinin sesi duyulur ya, işte tam da öyle bir anda ağzımdan şu cümle çıktı
" Off, kafam şişti"
Sessizlik...
Hararetli şekilde konuşan iki yöneticim inanmaz gözler ve şaşkınlıkla bana bakıyordu. Allah'ım ben ne dedim!
Genel müdürüm, çok nazik, çok kibar insan, "Zeynep 'cim, biz böyle daldık, aramızda konuşup durduk, senin de kafanı şişirdik" dedi. Off ... Yer yarılsa da dibine girsem!
"Olur mu hiç" dedim , "Hiç öyle bir şey söyler miyim? "Kafam -ikimizin de ODTÜ lü alışkanlığı ile- literally şişti (gerçek anlamda)" dedim, masadan kalktım, kendisine kafamdaki şişliği gösterdim ve sabahki kazayı anlattım. Tabi sonrasında tüm günün getirdiği, hepimize yüklediği yorgunluk ve gerginlik, yerini rahatlatan kahkahalara bıraktı. Hemen buz buldular, beni koltuklardan birine oturttular, ikisi bilgisayar başına geçip mesajı yazdılar.
O gönder tuşuna basmak nasip olmadı.
İşimizi özenle yapmak yanında fedakarlık da getiriyor. Her işte en tecrübelisinden en yeni personeline kadar bu heyecanı, hevesi aktarmak ve yaşatmak, kurum kültürü yaratmak için gerekli. Üst yönetimden gelen liderliği, nezaket ve görgüyü bizler de kendi ekiplerimize taşımalıyız. Stresli durumlarda anlayış beklentimiz her zaman karşılanamayabilir, hatta herkes çok gerilebilir ya da benim o gün yaşadığım gibi, gerginliği artıran başka bir sıkıntı da olabilir.
Sadece benim skandal sözlerimin duyulduğu o birkaç saniyelik sessizlik anında verilen ilk tepki çok farklı da olabilirdi. Tecrübe ve ekip arkadaşınızı iyi tanımak kadar, hoş olmayan sözlere insan olarak kızma hakkını kibar ve efendi üslupla kullanmaksa nezaket ve görgünün eseridir.
O kaza başımda kalıcı minik bir tepecik bıraktı, elimi her değdiğinde hemen gözümde canlanan, beni hem utandıran hem de çok güldüren bu anı, tatlı bir yanlış anlama olarak hatıralarımda kıymetli yerini aldı.
Bu arada o müşteriyi kazandık.
İyi pazarlar.
Comments