top of page

DİKKAT! Bu bir gezi yazısı denemesidir! BAYRAM GİBİ BAYRAM - ÇANKIRI

Güncelleme tarihi: 15 Haz



ree

Bu yılki Kurban Bayramı , belki de son 15 yıldır geçirdiğim en güzel bayramlardan biri oldu.


Bayramlar ailecek bir araya gelmek için harika fırsat. Çoğumuz, çoluk çocukla artık anne babalarımızdan ayrı şehirlerde hatta yabancı ülkelerde yaşıyoruz. Tatillerde görüşsek de bayram tatilleri başka oluyor. Her şeyden önce hemen herkes tatilde, vakit belli, işte o belli zaman içinde birlikte yapılacak çok şey planlanabiliyor.


Bu bayramda ailecek harika bir plan yaptık. Anne tarafım Çankırı'lı, babam ise rahmetli büyükbabamın işi nedeniyle uzun yıllar Çankırı'da yaşadığından annemle babamın geçmişinde çok ortak noktaları, yaşanmışlıkları var.


"Bu bayram köye gidelim" dedim. Köye en son gittiğimde oğlum henüz 6 aylık bir bebekti. Rahmetli dedem hastaydı, bebeği görmeyi arzu ediyordu. İyi ki de gitmişiz, birkaç ay sonra kaybettik dedemi. "Hem anneannemle dedemin, yitirdiklerimizin mezarlarını ziyaret ederiz, hem ne zamandır görüşemediğimiz akrabalarımızı görürüz, memleketin kirazı meşhur, dalından kiraz toplarız, atadan emanet köydeki evde kalırız, sonra da dolaşa dolaşa Ankara'ya döneriz"


Tabi bizimkiler bu fikre bayıldı, ne zamandır görüşemedikleri akrabaları görecekler, kabir ziyaretleri yapılacak, gezilip tozulacak, kızları ve torunları yanlarında, üstelik şoför de var (Ben)


ree

İki günlük planlama hazır, duraklar belli, mutlu mesut yola çıktık ve ilk durağımız yıllarca Ankara'da yaşadıktan sonra emekliliğini memleketinde geçiren annemin teyzesi oldu.

Tam anlamıyla bir kurban bayramı sabahı diyebilirim, "danaya girmişler", evde bir taraftan teyze oğlu anne babası yorulmasın diye etleri özenle kesip hazırlarken, bir taraftan da koca bir tencerede kavurma pişiyor. Bahçedeki asmadan en taze ve incecik yapraklar seçilerek kalem gibi sarılmış zeytinyağlı dolmalar, konu komşudan gelen incecik açılmış ev yapımı baklavalarla gerçekten bayramın hakkını veren lezzetler karşıladı bizi.


Tıka basa doyurulup, iyice şımartıldıktan sonra tekrar yola düştük ve bu sefer ahirete uğurladığımız büyüklerimizin mezarlarını ziyaret ettik. Doğmak gibi ölmek de yaşamın kendisi. Güzel hatırlanmak, göçtükten sonra unutulmamak gerek. Bir köy mezarlığı olunca ailenin geçmişini de farklı bir gözle görüyor insan, hüzün- var elbette ama kabirlere diktikleri rengarenk çiçekleri sularken, etrafında büyümüş gölge eden ağaçların altında annemle babam her biriyle ilgili anılar, hikayeler anlattılar.

ree

Annemin rahmetli dedesi askermiş, deli dolu biriymiş üstelik. O sert ve çılgın mizacı yüzünden Deli Çavuş derlermiş. Mizacı sertmiş ama, 1960'larda iki gözdesi kız torunları (annem ve teyzem) oje istediğinde hiç üşenmeden atına atlayıp, şehre gidip alacak kadar da düşkünmüş ailesine. Bir taraftan Deli Çavuş denmesi sinirine dokunurmuş, bari demiş hacca gideyim de "Hacı" desinler. Nasip olmuş ve gitmiş. Sonra ne demişler peki !? "Deli Hacı !" Bu dünyadan göçtüğünde, mezarına bile Deli Hacı yazmışlar. Ruhu şad, mekanı cennet olsun.


Bunun gibi pek çok tebessüm ettiren sıcacık hikayeleri dinleye dinleye köydeki eve gittik. Yine dolmalar, baklavalar ve bu sefer bir de bazlamalar karşıladı bizi. Bazlamanın bende yeri başkadır. Rahmetli anneannem tahta hamur teknesinde geceden hamuru mayalar, evin oturma odasındaki ocakta ateşe koyduğu sacın üzerinde, sabaha kabarmış olan hamurdan alıp, unlayıp teker teker açtığı bazlamaları pişirir, ben de ellerimde hoplata zıplata daha dumanı tüten ateş gibi bazlamanın ucundan koparıp, evde yapılmış topak peynirleri tıkıştırıp iştahla mideye indirirdim.


ree

Tek katlı, önünde avlusu, yanında bostanı olan bir köy evi bizimkisi. Ailemizin hatırası bu eve, en küçük dayım göz kulak oluyor. Eskiden altı ahır, üstü ev olan ve sonradan yapılan şimdiki büyük eve yukarıdan bir köprüyle bağlanan ev yıkıldı. Şimdi o evin yerinde rahmetli dedemin, yanına anneannemi oturtup gezdiği sepetli motosikleti duruyor. Yeni evin yapıldığı zamanlardan günümüze sadece ahşap tavanları ,bir de sadece evin tek bir kapısındaki bu kapı kolu kalmış. Bu avluda çok hatıram var. Suyun eve kadar geldiği nadir evlerden biriydi mesela. Eskiden bahçede bir kümes vardı, ben olayı hatırlamıyorum ama muhtemelen merakım ve gözü karalığım o zamandan geliyor olsa gerek, 3-4 yaşlarındayken herkes uyurken kümese dalmışım. Dedemin özenle beslediği güzel mi güzel ama bir o kadar da sinirli bir horozu varmış, kümese girdiğim gibi bana saldırmış, feryat figan çığlıklarıma evden koşup yetişmişler. Horozun akıbetini tahmin edersiniz. Gaga izleri ise hala dizlerimde.


ree

Havasından herhalde, kendi evimizde o kadar yesek fenalık geçiririz, ama köyde öyle olmuyor. Üst üste konmuş denklerden indirilen yastık yorganlarla, evde yatılabilecek her noktaya serilen yataklarda mis gibi uyku çektikten sonra, sabahın ilk ışıklarıyla kendimi bahçeye attım. Her gidişimizde aynı şey başıma geliyor. Bahçe kapısının hemen ardından kızılcık ağaçlarının altından geçiyorum, bu ağaçta konaklayan ne kadar börtü böcek varsa üstüme, içime düşüyor ve felaket bir kaşıntı yapıyor. Yine bu geleneği bozmadım, deli gibi kaşındırsa da tüm o soğuklara direnmiş ve henüz yeşil olan kızılcıkların altından geçip dalından erik yemeye koştum. İlaç yok, hormon yok, dalından kopar, üstüne başına sürüp tozunu al, ye!


ree

Yeri gelmişken belirteyim, köyümüz ve etrafı kirazıyla meşhur. Hatta kazada bir kiraz heykeli bile var. Ancak geçenlerde blogda da bahsettiğim aşırı soğuklar, burada da tüm meyveleri vurmuş ve dallarda tek bir kiraz yetişememiş ne yazık ki.


Kalabalık ve neşeli kahvaltının ardından toparlandık, hala eskilerden kalan kerpiç ve ahşap evlerin olduğu köyü, küçüklüğümde evde çeşme olmasına rağmen, sırf eğlencesine, taşıyabildiğim en küçük bakır bakraçları doldurup, evle arasında mekik dokuduğum köy çeşmesini ardımızda bırakıp Çankırı'ya doğru yola çıktık.



Biraz Çankırı'dan (18) bahsedeyim. Antik dönemde "Gangra" olarak bilinen Çankırı Hititler, Frigler, Kimmerler, Persler, İskender İmparatorluğu, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı gibi birçok medeniyetin izlerini taşıyan, Kurtuluş Savaşı sırasında İstanbul'dan Ankara'ya yapılan malzeme ve insan naklinde önemli bir rol oynamış bir Anadolu şehri. Selçuklu komutanlarından Emir Karatekin Bey, Çankırı için önemli bir figür ve adını taşıyan bir üniversite var.


Hatırımda kalan Çankırı, estetikten yoksun, özensiz binalarla dolu sevimsiz bir şehirdi, fakat bu sefer yemyeşil, rengarenk çiçeklerle bezenmiş enerjik bir şehirle karşılaştım. Sebebi belli "Kalkınma". Kazanırsanız yaşadığınız şehir de güzelleşir.


Kuzey Anadolu Kalkınma Ajansı'nın (KUZKA) desteklediği projelerle, Çankırı'nın sanayi altyapısı güçlendirilmiş ve yeni yatırımlar teşvik edilmiş. Bugün iki büyük organize sanayi bölgesinde çorap, akü üretimi, gıda sanayi ve makine sanayi, şehrin geçmişten beri faaliyet gösterdiği tarım, hayvancılık, madencilik ve imalat sanayilerine eklenerek işsizliğin sıfırlanması hedeflenmiş. Şirketler, üretimlerinin elde yapılan aşamalarını evlere devrederek, kadınların ekonomiye katılmasını sağlamışlar. Çankırı Karatekin Üniversitesi de sanayi işbirliği projeleri ile bölgesel kalkınmaya katkı veriyor.


Atatürk, şapkayı tanıttığı Kastamonu, İnebolu ve Çankırı gezisinden Ankara’ya dönüyor. (1 Eylül 1925)
Atatürk, şapkayı tanıttığı Kastamonu, İnebolu ve Çankırı gezisinden Ankara’ya dönüyor. (1 Eylül 1925)

Çankırı'nın geçmişinde önemli yeri olan çağdaş uygar uluslar ailesi içine girmeye kararlı Türkiye için özel bir değere sahip olan "Şapka Devrimi'nden bahsetmeden geçmeyeyim. Atatürk'ün, şapkayı bizzat tanıttığı,fiilen Çankırı'da başlayıp İnebolu'da bitirdiği Şapka Devrimi her yıl 23 Ağustos'ta törenle kutlanıyor.


ree


Atatürk'ün şapkalı heykelinin olduğu meydandaki eski Vilayet Binası, Çankırı tarihçesinin anlatıldığı mükemmel bir müzeye dönüştürülmüş. Arkeoloji, etnografya ve paleontoloji alanlarında eserler sergilenen Çankırı Müzesi'nde "Çorakyerler Fosil Lokalitesi" kazılarından çıkarılan 8 milyon yıl öncesine ait fosiller var.


Çankırı Müzesinin yanı sıra restore edilmiş konaklarda iki özel müze daha gözüme çarptı. Ne yazık ki açık değillerdi. Osmanlı döneminden kalma bir çamaşırhane konseptinin müzeye dönüştürülmesiyle oluşturulmuş, müzikle uğraşan gençlerin uğrak yeri haline gelen Tarihi Çamaşırhane Müzesi ve Radyo ve iletişim tarihine dair çeşitli eserlerin sergilendiği Türkiye'de ilk ve tek Ferit Akalın Radyo ve İletişim Müzesi. "


Çankırı'nın Elektronik Dehası" olarak bilinen Ferit Akalın, 1939 yılında Çankırı'da doğmuş bir mucit ve radyo meraklısı. Küçük yaşlardan itibaren radyo yapımı ve tamiriyle ilgilenmiş, hatta Çankırı'da ilk televizyon antenlerini kuran kişiymiş. O zamanlardaki uzay çalışmalarının sıkı takipçisiymiş, 1968 deki 19 Mayıs Bayramı'nda uzaktan kumanda ile bir jeep i yürüttüğünde insanlar hayretler içinde kalmış, hatta sürücü olmadığına ikna olmayıp aracın altını üstünü aramışlar. Akalın'ın hikâyesinin "Vizontele" filmine ilham verdiği de diğer söylentiler arasında.


Çankırı Haber.net
Çankırı Haber.net

Sanat Güneşi Zeki Müren "Bir yaz sabahı gözlerimin ufkuna erken doğdun güzelim" ve "Kalbimdeki tek hatıranın rengi solarken..." şarkılarını 1958 yılında yedek subaylığının son 6 ayını yaptığı Çankırı'da bestelemiş.


Nostaljik gezimize babamın okuduğu, 1893'den beri lise, ortaokul ve güzel sanatlar lisesi olarak hizmet veren Taşmektep ile devam ettik. Taşmektep, Atatürk'ün Şapka Devrimi nedeniyle çıktığı yurt gezisi sırasında Atatürk'e ev sahipliği yapmış. Atatürk'ün konakladığı dershane “Atatürk Odasına” dönüştürülmüş.


ree

Tarihi Uzunyol Caddesi'ndeki evler restore edilmiş ve huzurlu, sevimli, otantik bir şehir görüntüsü yakalanmış. Bu sokaklarda evlerin eski sahipleri yaşıyor, kimi de kiralık. Burada daha önce hiç görmediğim tarzda bir dükkana rastladım. "Gazoz Dükkanı". Türkiye'nin dört bir yanından onlarca çeşit gazozun sıralandığı tezgahtan hangi gazozu içmek istediğinizi söylüyorsunuz ve mekan size deposundan o gazozu veriyor. Müthiş değil mi ama! Ben kızılcık aromalı Çankırı Gazozunu tercih ettim.


Rengarenk şemsiyelerle donatılmış ve Ulu Cami ( Sultan Süleyman Cami) ye uzanan caddenin sağı solu Çankırı'nın en meşhur ürününün satıldığı dükkanlarla dolu. O da "TUZ"


ree

Evet, tahmin edeceğiniz gibi rotamızı Yeraltı Tuz Şehri olarak da bilinen Çankırı Tuz Mağarası'na çevirdik ve gerçekten muhteşem bir yerle karşılaştık. Yaklaşık 5.000 yıldır tuz üretimi yapılan Türkiye'nin en büyük ve en eski tuz madenlerinden biri olan Çankırı Tuz Mağarası 8 km uzunluğa ve 800 dönümlük bir alana sahip. İçerisinde tuzdan oluşmuş sarkıt ve dikitler, tuz heykelleri, eski madencilik araçları ve hatta çürümeyen bir eşek fosili gibi ilginç yapılar bulunan mağaranın havasının astım ve bronşit gibi solunum yolu hastalıklarına iyi geldiği söyleniyor. Mağara hem görüntüsü hem de serinliği ile bize süper geldi. Resmen nefesimiz açıldı.


Ankara'dan Çankırı'ya doğru yola çıkarken rotamızı Çubuk ve Şabanözü üzerinden belirlemiştik. Dönüşte ise Kalecik üzerinden dönmeye karar verdik. Arabada sohbet ederek giderken, Kalecik 40 Km tabelasını gördüğümde, babama "bu Kalecik meşhur üzüm Kalecik Karası'nın vatanı olan Kalecik mi? "diye sorup, "evet" cevabını alınca , co-pilot oğluma navigasyonda en yakın bağ evini bulmasını söyledim ve direksiyonu bağlara doğru kırdık. Şansımıza yemyeşil bir bahçe içinde şarabın tüm üretim aşamalarını gezebileceğimiz ve yıllanmış şaraplar üreten bir bağ evi çıktı. Dünyada ve Türkiye'de ödül almış şaraplarından alıp, bahçede çaylarımızı yudumladıktan sonra yolumuza devam ettik.


"Yediğin içtiğin sende kalsın (kaldı cidden de, bu kiloları nasıl vereceğiz?) gördüklerini anlat" derler ya, işte kısacık iki günde aile, hatıralar, kucaklaşmalar, doğa, huzur, bol sevgi dolu, bol neşeli, tam da Kurban Bayramı gibi kavurmalı, baklavalı, dolmalı çok güzel bir bayram yaşadık.


Eğer bir köyünüz varsa hayatın curcunasından, işten güçten uzaklaşmak için arada gidip, köklerle buluşmak iyi geliyor. Eskiden köylerin koşulları zordu, ama günümüzde hayatı kolaylaştıran her imkan köylerde de mevcut. Köyde dikkatimi çeken kendi evlerinde, topraklarında yaşamak isteyen nineler, dedeler oldu. Hemen hepsinin elinde bir telefon, yavaş, sakin bir akışkanlıkla yaşıyorlar.


Bayram olmasaydı, muhtemelen böyle bir gezi planlamaz, başka tercihler yapabilirdik. Tabi anne memleketini ziyaretten sonra , sırada baba memleketi Elazığ var. Bir gezi yazısı demesi de Elazığ için yaparım, neden olmasın?


Çankırı gezisi ve aileyle tatlı anlar aşağıdaki videoda. Arka Planda çalan Çankırı Türküsü "Kaçma güzel kaçma ben adam yemem"- Sanatçı; Erol Köker



Herkesin geçmiş bayramı kutlu olsun, keyifli pazarlar.






Yorumlar


bottom of page