top of page

"GRAN TURISMO" VE GELECEĞİN SİGORTACILIĞI


ree

Bu yaz bir yurtdışı uçuşunda, vakit geçirmek için filmler arasında gezinirken dikkatimi çekti "Gran Turismo". Afişe bakınca pek benlik değil gibiydi ama, kısa tanıtım yazısını okuyunca seyahat anında keyifli olacağına karar verip izlemeye başladım. Film öyle sardı ki, indikten sonra uçaktan çıkana kadar, anonslarla kesilse de son dakikasına kadar seyrettim. Gerçek, yaşanmış, heyecan dolu bir olay ve güçlü mesajlarla dolu.

Dayanıklılık yarışları ve GT serileri gibi üst düzey profesyonel otomobil sporlarını konu alan film, GT Academy’yi kurarak oyunculara gerçek pistlerde yarışma fırsatı sunan Nissan’ın hikâyesi üzerinden ilerliyor. Popüler video oyunu Gran Turismo’da büyük başarı elde eden 14 yaşındaki Jann Mardenborough’nun, Nissan ve PlayStation’ın ortaklaşa düzenlediği GT Academy yarışmasını kazanarak gerçek bir profesyonel yarış pilotuna dönüşme sürecini anlatıyor.


Filmde ve gerçek GT Academy programında yarışmacılar, önce oyunda en hızlı tur zamanlarını yaparak seçiliyor, ardından fiziksel dayanıklılık, refleks, odak ve temel sürüş becerilerinin test edildiği gerçek hayattaki elemelerden geçiyorlar. Elenenler sonrasında kalan yarışmacılar gerçek bir pist yarışında karşı karşıya geliyor ve kazanan, Nissan’ın profesyonel yarış takımına katılarak gerçek bir yarış pilotu olma hakkını elde ediyor.


Nissan’ın seçim ve karar sürecine baktığında aslında çok net bir tablo görüyorsunuz: Milyon dolarlık bir aracı ve bir markayı emanet ettiğimizde bu yükü taşıyabilir mi?

ve Nissan’ın baktığı şey hız değil, sorumluluk. Çocuk zarar görebilir, başkalarına zarar verebilir, marka zarar görebilir. Markanın da pilotla eşit bir sorumluluğu var: Bu bir ortaklık, Hadi çık, hızlı ol” demek kolay; asıl mesele, o hızın arkasındaki güvenlik protokollerini, mühendislik desteğini ve kriz yönetimi mekanizmalarını sağlam tutmak. O gencecik, henüz ergenlik yaşlarında olan ve kendisinden kat be kat deneyimli ve idmanlı yarış pilotlarıyla rekabete girecek olan pilot, risk yönetimi ve kriz anındaki refleksleriyle sorumluluk alırken, Nissan da o risklerin kontrol edilebilir bir çerçevede kalmasını sağlayan profesyonel zemini oluşturmak zorunda çünkü bu işte başarı da, hata da, risk de tek taraflı değil; herkes payını taşıyor.


Korkulan oluyor. Motor sporlarında aerodinamik ve pist güvenliğinin ne kadar kritik olduğunu bir kez daha hatırlatan, en ikonik ve üzücü anlardan biri. Jann, Nürburgring’in o meşhur tepesinden geçerken aracın altına giren hava akımı ile bir anda kontrolü kaybediyor ve araç havalanarak bir seyircinin ölümüne yol açıyor. Bu an, hem risk yönetiminin sınandığı hem de kriz yönetiminin saniyeler içinde devreye girdiği bir kırılma noktası. Takım şok içinde olmasına rağmen prosedürler işliyor; güvenlik ekipleri hızla müdahale ediyor. Jann fiziksel olarak kurtulsa da yaşananlar ağır bir yük bırakıyor. Bu kaza hem motor sporlarının gerçek risklerini hem de böyle bir krizin pilot ve takım için nasıl bir sorumluluk sınavına dönüştüğüne dair gerçek bir deneyim.


İşte bu çoklu perspektifle film pek çok mesaj veriyor.


Simülasyon Bir Hazırlıktır, Ama Gerçeklik Bir Sorumluluktur; "Aslında her şey o güvenli koltuktan kalkıp, 'Restart' tuşu olmayan o gerçek hayata adım atma cesaretiyle başlıyor. Teknoloji bize kapıları açıyor, fırsat eşitliği sunuyor; ama o kapıdan içeri girip direksiyonu tutmak tamamen bizim karakterimizle ilgili.

Gerçek profesyonellik sadece verileri okumak ya da en hızlı olmak değil; o titreşimi hissetmek, verinin bittiği yerde sezgilerine güvenmek ve en önemlisi, o bir kaza ya da hatadan sonra bile 'buradayım' diyerek ayağa kalkabilmek. Teknoloji bilgiyi verirken, sorumluluğu ve o sarsılmaz iradeyi sadece insan ruhu taşıyabilir.


Sadece bir video oyunu başarısını değil, insan potansiyelinin teknolojiyle birleştiğinde neler başarabileceğini anlatan Gran Turismo filmini izledikten sonra bugün teknolojiyle herkesin bir tıkla ulaşabildiği bilginin yarattığı, altı boş özgüven ve bilmek başına yeterli değil dedirten sorular geldi aklıma.


Bilmek mi, Yapmak mı?

Bir işin teorisini ekrandan yutmuş olmak, o işi "gerçekten" bildiğimiz anlamına gelir mi? "Bilgi mi daha değerlidir, yoksa o bilgiyi kullanma tecrübesi mi?".


"Restart" Tuşu Olmayan Bir Hayata Hazır mıyız?

Dijital dünyada hata yapmak bedava. Ama dijital dünya insanın, gerçek hayatta hata yaptığında yaşayacağı duygusal çöküşle nasıl başa çıkacağını ancak bir metin olarak tarif edebilir. Gerçek hayatta hata yaptığımızda tuş basıp yatamayacağımız gerçeğini kabul etmeliyiz.


Korku Bir Engel mi, Yoksa Bir Emniyet Kemeri mi?

Simülasyonda korku olmadığından oyuncular çok hızlıdır. Ama gerçek hayatta korku, bizi hayatta tutan şeydir.


Teknoloji mi Bizi Yönetiyor, Biz mi Teknolojiyi?

Karar verirken son sözü verilere mi bırakmalıyız, yoksa insan sezgisine mi? Bu soru aklıma Tom Hanks in canlandırdığı “Sully" karakterini getirdi. Yine gerçek bir olay olan, 2009 yılında kuşların çarparak uçağın iki motorunun birden durmasıyla Newyork’ta Hudson nehrine zorunlu acil inişi anlatan film. Pilotun mesleki deneyimi ve hisleriyle yaptığı tespite karşı mühendislerin verilere ve simülasyonlara dayalı iddialarını anlatan sorgu sürecinin sonunda, pilotların mesleki melekeleri ve ekiplerine güvenerek nehre inmelerinin hayatları kurtarmada o anda verilebilecek "doğru karar olduğu" yani "insan faktörünün etkisi” kaza sonrası incelemeler sonucu ortaya çıkmıştı.


Oyunlara geri dönelim mi?

Görünen o ki bu dönüşüm sadece otomobil sporlarıyla sınırlı değil; video oyunlarındaki beceriler gerçek hayatta başka hangi mesleklere dönüşebilir?


Bugün birçok profesyonel alan, simülasyon ve oyun deneyiminden doğrudan besleniyor. Havacılıkta gençler, uçuş simülasyonları sayesinde gerçek eğitimlere çok daha hazırlıklı başlıyor; uçak sistemlerini ve acil durum prosedürlerini önceden öğrenmiş oluyorlar. Tıp dünyasında cerrahlar, hassas el-göz koordinasyonunu geliştiren oyunlar sayesinde kapalı ameliyatlarda daha hızlı ve daha az hatayla çalışabiliyor. Savunma teknolojilerinde drone ve insansız araç operatörleri, oyunlardaki kontrol mantığını gerçek operasyonlara taşıyarak yüksek stres altında hızlı karar verebiliyor. Lojistik ve tarımda ağır vasıta simülasyonları, sürücülere park, manevra ve trafik okuma becerisi kazandırarak eğitim sürecini hızlandırıyor. Geri geri tır park etmek veya büyük bir biçerdöveri tarlada en verimli şekilde kullanmak ciddi bir mekansal zeka gerektirir. Bazı lojistik firmaları, işe alımlarda adayların bu simülatörlerdeki performansına bile bakabiliyor. Büyük çevrimiçi oyunlarda 40-100 kişilik bir grubu yöneten, lojistiğini planlamak ve çatışmaları çözmek gibi gerçek bir CEO veya Operasyon Müdürünün yaptığı işe çok benzer şekilde ekip yönetimi yapan kişiler ise kriz yönetimi, kaynak planlama ve takım koordinasyonu gibi becerileri iş hayatına aktarabiliyor. Bilgisayar parçalarını takıp sökmeyi, arızaları gidermeyi ve kablolamayı bir oyunda öğrenip, ertesi gün gerçek bir bilgisayar toplayabiliyorsunuz.


Artık oyunlardaki sürtünme, yerçekimi ve rüzgar payı gibi veriler gerçek dünyayla birebir aynı hesaplanıyor. Oyunda binlerce kez tekrarladığınız bir hareketin getirdiği kas hafızası, gerçek dünyada o durumla karşılaştığınızda beynin çok daha hızlı tepki vermesini sağlıyor. Kısacası, oyunlar artık sadece eğlence değil; birçok meslekte gerçek dünyaya hazırlayan güçlü bir pratik alan haline geldi.


Simülasyon ile gerçek saha arasındaki en büyük fark, bir işi “bilmek” ile o işi gerçekten “hakkıyla yapmak” Bir işi hakkıyla yapmak; sadece bilgi ve prosedürlere hâkim olmak değil, o bilginin neden var olduğunu anlamayı, binlerce tekrar yaparak kas hafızası oluşturmayı, stres altında etik duruşunu koruyabilmeyi ve yaptığımız işin başkalarının hayatını, parasını ya da güvenliğini nasıl etkilediğinin farkında olmayı gerektiriyor. Kısacası simülasyon bizi hazırlar, ama gerçek saha bizi sınar; ustalık ise bu iki dünyanın birleştiği yerde ortaya çıkar.


SİGORTACILIK özelinde düşünürsek durum benzer değil mi? Sizce biz sigortacılar, reasürans sliplerindeki, poliçelerdeki, o ekranların arkasındaki "gerçek hayatı" ne kadar hissedebiliyoruz?


Mevzuatı bilmek yetmiyor, ekranı iyi kullanmak yetmiyor. Kriz anında (belki bir deprem sonrası, belki büyük bir hasar anında) o bilgiyi soğukkanlılıkla yönetmek asıl ustalık oluyor.

Ekrandan teklif vermek veya yapay zekayı kullanmak, işin "teknik operasyon" kısmıdır, ama tek başına "sigortacılık" değildir. Gerçek saha ile ekran arasındaki fark, veriyi görmekle riski hissetmek arasındaki farktır.


Yapay zeka kaydedilmiş verilere bakarak tahmin yürütür, ama sigorta geleceğin belirsizliğini sezgi ve tecrübeyle yönetir. Hasar anında poliçenin arkasında duran algoritmalar değil, gerçek sigortacılardır, süreci yönetir ve zarar görene destek olurlar. Ve en önemlisi, algoritmalar riski reddedip geçebilirken, sigortacı iyileştirme önerileriyle o riski ekonomiye kazandırabilir. Kısacası ekran hesap yapar, sigortacı sorumluluk alır.


Teknoloji ve Yapay zekayı (AI) bir "akıllı asistan/simülatör", sigortacıyı ise "sorumlu /karar verici" olarak konumlandırdığımıza göre, bir mesleği sadece "ekrandan yapmak" ile "hakkıyla yapmak" arasındaki çizgiyi netleştirelim;


ree

Sigorta "soyut" bir ürün, ama aslında bir SÖZ . İnsanlar bir algoritmanın sözüne değil, bir profesyonelin uzmanlığına ve dürüstlüğüne güvenir.

AI halüsinasyon görebilir, bazen yanlış veriden yola çıkarak hatalı rapor sunabilir. Sigortacı, bu raporun "hayatın olağan akışına" uygun olup olmadığını denetleyen son kontrol noktasıdır. Yapay Zeka bir hata yaptığında model hatası der geçer, hapse girmez veya vicdan azabı çekmez- kısaca sorumluluk almaz. Oysa sigortacılık, altına atılan imzanın getirdiği hukuki ve ahlaki sorumluluktur. İşte bu hesap verebilirlik duygusu, insanı çok daha titiz, şüpheci ve mesleki onurla hareket eden gerçek bir risk yöneticisine dönüştürür.


Yapay zekâ ile underwriting sadece kendisine verilen rakamlara ve yapılandırılmış verilere bakar; veri eksik ya da tanımsızsa kolayca yanılabilir. İnsanın yaptığı underwriting ise verinin arkasındaki hikâyeyi, ahlaki tehlike söz konusu olduğunda niyeti, hasar frekansını analiz ederken, sigortalının tutumunu, davranışlarını, itibarını ve gerçekten hasarı önlemek isteyip istemediğini sezgisiyle değerlendirir.


Kötü niyet gibi görünmeyen ama hissedilen riskleri bugün hâlâ yalnızca insan algısı yakalayabiliyor. Yapay zekâ veride olmayan, daha önce hiç yaşanmamış bir krizi öngöremez, standart dışı bir riski otomatik olarak reddederken, insan hayal gücü ve sezgisiyle “ya olursa?” diyerek yeni senaryolar üretip, hem şirketi koruyan hem de müşteriye çözüm sunan terzi usulü özel çözümler geliştiriyor.


Bence en önemlisi “Sorumluluk”. Sorumluluk ve hesap verme söz konusu olduğunda yapay zekâ geri çekilir, insan ise imzasıyla sahneye çıkar.


O zaman şimdi sıra yıllardır manşetlerde gördüğümüz "Sigortacılık (hala) Geleceğin Mesleği mi?" sorusuna...


Cevabım net: Evet, sigortacılık geleceğin mesleği, ancak "şekil değiştiren" bir meslek.

Eğer sigortacılığı sadece "veri girişi" olarak görürsek, bu mesleğin geleceği yok. Ama dünyada olup bitenlere kafa yoran, riskin ruhunu anlamaya çalışan ve teknolojiyi bir araç olarak elinde tutan biri için sigortacılık, dünyanın en stratejik ve heyecan verici mesleklerinden biri olmaya devam edecek.


Sigortacılık, sadece bir poliçe satmak değil, "belirsizliği yönetmektir." Dünya daha karmaşık, daha tehlikeli ve daha dijital hale geldikçe, belirsizlik azalmıyor, aksine artıyor. Bu da gerçek bir sigortacıya olan ihtiyacı her zamankinden daha kritik kılıyor.


Geleceğin sigortacılığı, "sadece ekrandan teklif veren" bir iş olmayacak. Sigortacılığı gelecekte de vazgeçilmez kılacak 3 temel dönüşümün içindeyiz.



ree

1. Operatörlükten Risk Mühendisliğine Geçiş

Gelecek çok net: Basit poliçeleri zaten makineler kesecek. Ama henüz bir datası olmayan yeni nesil riskleri, siber saldırıları, iklim krizinin yarattığı dev dalgaları, otonom araçların karmaşasını, hatta uzay risklerini tanımlayıp anlamlandıracak olanlar sahayı bilen profesyoneller olacak.

2. Hasar Ödeyenden Hasarı Önleyene Dönüşüm

Sigortacılar teknoloji sayesinde müşterilerine koruyucu bir yol arkadaşı oluyor. Bu dönüşüm mesleğin değerini katlıyor; çünkü artık sadece tazminat değil, hayat kurtaran bir farkındalık sunuyorlar.

3. Güvenin Son Kalesi Olmak

Dünya dijitalleştikçe insan dokunuşu daha kıymetli hâle geliyor. Büyük bir depremden sonra, yıkıcı bir siber saldırıdan sonra kimse bir chatbot görmek istemez. İnsanlar karşılarında sorumluluk alan, sakin kalan, çözüm üreten bir profesyonel görmek ister. Güven hâlâ algoritmalara değil, karaktere duyuluyor.


İşte bu yüzden bence geleceğin sigortacılığı hâlâ insanla anlamlı. Yapay zekayı ve ekranları ne kadar iyi kullanırsak kullanalım, asıl farkı yaratan; o veriyi gerçek hayatın riskleriyle, sorumluluk bilinciyle ve insan sezgisiyle harmanlamak.


Bize mükemmel bir laboratuvar sunan video oyunları ve yapay zekada her yanlışın bir "restart" düğmesi vardır. Ancak gerçek dünyada piksellerin yerini fiziksel risk, teknik bilginin yerini ise o bilgiyi gerektiği anda doğru şekilde kullanma becerisi alır. Teknoloji ne kadar devleşirse devleşsin, hayatın karmaşıklığı karşısında en güvenilir sığınak bir algoritmanın çıktısı değil; insanın teknik donanımıyla harmanlanmış mesleki feraseti ve sezgisidir.


Makinenin bir "sistem sapması" olarak gördüğü hata, insan için bir "trajedi" olabilir. Bir mesleği hakkıyla yapmak, bilgi, tecrübe, karakter ve etik unsurlarını bir dengede tutma sanatıdır.


Yapay zeka milyonlarca veriyi saniyeler içinde işleyebilir; fakat insanın sahip olduğu etik muhakeme, kriz anındaki soğukkanlılık ve belirsizliği yönetme sezgisi simüle edilemez. İnsanı makineden ayıran temel fark; sadece en yüksek hıza veya en karmaşık hesaba ulaşması değil, teknik ustalığını vicdanın ağırlığıyla birleştirip sonucun sorumluluğunu omuzlarında taşıyabilmesidir.


Herkese iyi pazarlar.



Bağlantılar;


Blog Yazıları


Yorumlar


bottom of page