top of page

ARMUT PİŞ, AĞZIMA DÜŞ! Sigorta Sektöründe Kuşaklar, Emek ve Deneyim Üzerine


ree

Çaba göstermeden bir şeylerin olmasını beklemeyi tarif ederken kullanılan “Armut piş, ağzıma düş” sadece tembellik eleştirisi değil; aynı zamanda önceki kuşakların yeni nesle yönelttiği hazırcılık ve sorumluluktan kaçma eleştirisinin sembolü bir deyiş.


"Kuşaklar, Değerler" yazımda bu farklılıklara değinmiştim. Gençlerin “çaba göstermeden başarı” arayışına, özellikle emek, sabır ve alın teriyle yoğrulmuş değerleri savunan kuşaklar için bu deyim bir serzeniş ve aynı zamanda bir uyarı niteliğinde.


Yeni nesil yaşam biçimi “beklemek” değil, “anında erişmek”

Bugün bu zihniyet, genç kuşakların iş hayatına bakışından insan kaynakları politikalarına, hatta sigortacılığın temel dinamiklerine kadar birçok alanda kendini gösteriyor.


Artık dijital kolaylıklar sayesinde her şey birkaç tıkla ulaşılabilir durumda, Yapay zeka ile hazır çözümler, çaba göstermeyi pek de gerektirmiyor. Emeğin yerini hız aldı “Swipe’la geç”, “prompt’la üret”, “template’le sun”.


Yapılmışı var, kullanmayalım mı ?

Her nesil bir öncekinin mirasından faydalandı, yani "hazıra kondu" ve her kuşak bu deyimi farklı deneyimledi, farklı yorumladı, hatta yeni kuşaklar armudu pişirmeyi bırakın, armudu dijitalleştirdi.


“Hazıra konmak” ile “yapılmışı dönüştürmek” arasında ince bir fark var. Biri pasif tüketim, diğeri ise aktif devamlılık. “Yapılmışı kullanmak” sadece kolaylık değil, aynı zamanda sorumluluk ve üretkenlik biçimi.


Hayata bakarsak, gerçekleri pek değişmedi aslında. Dayanıklılığı değil, bağımlılığı besleyen hazırcılık , sorgulamanın gitgide azalması, kriz anında tabiri yerindeyse ortada “pişmiş bir armut” yoksa, bireyin donup kalmasına neden olan bir durum. Gerçek yaşamda hala risk, belirsizlik ve mücadele var, ayakta kalmak için tedbirli ve idmanlı olmak gerekiyor.


Armudun kuşaklar arası serüveni;


1946–1964 arası doğan Boomers için “Armut pişer, yeter ki sabret.” bir yaşam felsefesi. Beklemenin erdem olduğu bu kuşak emek ve sabrı yüceltir, yetkinlikle pişirilen armudu bekler ve süreçler adeta kutsaldır.


1965–1980 arasında doğan, sabrede ede armudun pişmesini bekleyen X'lerse sistematik bir sürü değişimin ortasında kaldı, analogdan dijitale geçişin tüm aşamalarını yaşayan bu neslin kısmetine de sistemin pişirmediği armutla baş başa kalmak düştü. Armut pişmeyince de kriz çıktı. Pişen armudun ise faydasından önce vergisi, talimatı, kanunu, "sakın ha" sı, "olur ama ancak şöyle olur"u gibi zorlukları geldi. Ve bu nesil geleneksel yapılardan yeni çağa geçişte "e bekle bekle nereye kadar dedi" ve yan işler yaratmayı başlattı.


Armudun pişirilip tabakta sunulduğu hatta dilimlenip ağızlarına tıkıldığı Y, Z ler ve Alfa'lara bakalım. Boomer ve X kuşağı ebeveynleri için çocuklarına “hazırı sunmak” sevgi dili gibi. “Biz pişirdik, siz sadece yiyin.” “Biz zamanında zor bulduk, siz rahat edin.”, “Her şey hazır, yeter ki dersine çalış.”, "İmkanım var, varlık içinde yokluk mu yaşatayım?"


Y kuşağı (1981-1996-) için “armut piş, ağzıma düş” biraz çelişkili, çünkü bu kuşak hem “her şeyi hazır olsun” diye büyütüldü, hem de hiçbir şeyin aslında öyle hazır gelmediği bir dünyada hayatta kalmak zorunda kaldı . Üniversite bitti, iş yok, ev araba hayali kurdu yeterli kazanç yok. Analog doğan Y'ler değişime olan doğal yatkınlıklarıyla dijital büyüdüler. Freelance çalışma, dijital pazarlama, yan gelir alanları yaratma ve her şeyin "e"si (elektronik) bu nesilde başladı (e-posta, e-ticaret, e-flört, e-okul). Hayatta bazı alanlarda hazıra konmuş olsalar da Y kuşağı Z'ler gibi “viral” olmayan , Y'ler “organik erişim” i tercih ediyor.


ChatGpt ile oluşturulmuştur
ChatGpt ile oluşturulmuştur

Ve gelelim Z'lere (1997-2012) . Acayip bir kuşak gerçekten . Bu kuşak armudu beklemez—gider, ağaca QR kod takar, armudu NFT yapar, sonra TikTok’ta viral eder. Şaka bir yana bu kuşağın aktif, sorgulayan ve dijital dünyada kendi yolunu çizen bir karakteri var. Diğer taraftan Z' ler ve "beklemek fiilli" yan yana gelemiyor bile. Hız; her şeyde ilk beklenti hız, anında sonuç ve hemen bir sonrakine geçiş. Her şey hemen olsun istiyorlar. Z kuşağı için emek, görünürlükle ölçülüyor, içerik her şeyden önce geliyor; emek ise hız, yaratıcılık ve dijital strateji anlamına geliyor Z'ler için etkileşim almak çalışmaktan daha öncelikli.


Alfa'lar (2013 ve sonrası) içinse Armut artık bir meyve değil, dijital bir varlık.

Alfa kuşağı için çabadan çok süreç tasarımı öncelikli. Onlar için emek, deneyim, teknoloji ve sürdürülebilirliğin bütünü olan oyunlaştırılmış ve simüle edilmiş bir süreç. Sanal gerçeklikte yetişen hologram armutların tadıldığı , armudun karbon ayak izinin hesaplanıp sürdürülebilirliğin simule edildiği süreçler yaratıyor ve deneyimliyorlar.


Hazırcılığa olan eğilimi sadece yeni neslin tercihi olarak görmemek lazım,; önceki nesillerin yaşam tarzı, değer aktarımı ve teknolojiyle kurduğu ilişkiyle de doğrudan bağlantılı. Bu tarih boyunca böyle olmuş. Başka bir deyişle gençler “hazırcı” doğmuyor, bu eğilim, onlara sunulan koşulların ve yetiştirilme biçimlerinin bir sonucu.


“Armut piş, ağzıma düş” dünyanın yeni yaşam stiline dönüştü belki ama bu stil, günümüzün öncelikli hedefleri olan sürdürülebilirlik ve dayanıklılığı değil, hızla tüketmeyi öğretiyor.


Sigortada “Armut Piş, Ağzıma Düş” Kültürü


Çoklu disiplinlerle çalışan sigortacılığın doğasıyla “armut piş, ağzıma düş” kültürü çatışıyor. Sigortacılık, risk gerçekleşmeden önce önlem almayı teşvik eden "Proaktiflik" üzerine kurulu. Poliçe içerikleri emek ister, teminatlar analizlerle şekillenir ve sigortacılık, danışmanlık, davranışsal farkındalık ve strateji gerektirir. Görünmeyen riskleri öngörmek ve önceden önlem almak üzerine kurulu sigorta perspektifine karşılık ; pasiflik, bekleyiş ve çabasız güvence arayışında olan “armut piş, ağzıma düş” kafası birbirine taban tabana zıt.


"Deneyim" ve "birikim” sigortacılığın en kıymetli varlığı, diğer taraftan “armut piş, ağzıma düş” kültürü bu değeri gölgeliyor. Bir poliçeyi yazmak günümüzde oldukça kolay, ama doğru teminatı belirlemek deneyim ister. Yapay zeka yardımıyla detaylı ve vurucu bir risk haritası çizebilirsiniz, bu bilgi ister ama davranışı analiz etmek birikim gerektirir. Raftaki pek çok "hazır ürünü" satmak oldukça hızlıdır ama "doğru çözüm" ü üretmek zaman alır.


Kurumlar ve Çalışanlar

Etrafımdaki hemen herkes, personel bulamamaktan, nitelikli iş gücünün azlığı hatta yokluğundan yakınıyor. Günümüz çalışan profili hızlı sonuç isteyen ama uzun vadeli katkı sunmayan çalışanlar. Sadece onlara kusur bulmayalım, kurumların “hazır prosedürlerini” uygulayan çalışanlar süreçlere katkı sunamıyor. Hazıra konma kültürü , “yapılmışı sorgulamadan sürdürme” şeklinde tezahür ediyor. Kurumların yaratıcılığı teşvik etmeyen iş modelleri de bu yanlışı devam ettiriyor.

Oysa yapılmışı kullanmak, tecrübelerden damıtarak geliştirmekle anlam kazanır. Sigorta sektörü, teknik uzmanlık ve etik sorumluluk gerektiren bir alan. Hazırcılık sektördeki dönüşümün önünü tıkayan faktörlerden biri; adaylar, hazır pozisyonlara yerleşmek istiyor; kurumlar ise hazır profiller arıyor.


Uzmanlık ve deneyim

Bu tüketen hazıra konmacı yaklaşımda uzmanlık görünmez oldu. İçeriği hazır ürünler arkadaki emek ve danışmanlığı görünmez kılıyor. Sigortacılık ekran bilmek değil.


Bir sistemin önerdiği (zaten banka yaptırıyor, zaten şirket yaptırıyor, zaten sistem hesaplıyor, zaten sistem uyarı veriyor ) gibi hazır çözümler bilgiyi de değersizleştiriyor ve bu "zaten" olayı sorgulama, araştırma ve analizin göz ardı edilmesine neden oluyor.


Yapay zeka her geçen gün daha da çok öğreniyor , hayatımızdaki yeri büyüyor belki ama sonuçta bir veri bütünü, içinde deneyim barındırmıyor.


Deneyim sadece yaşanmışlık değil, bir kişinin veya kurumun zaman içinde yaşadığı olaylardan, karşılaştığı sorunlardan ve uyguladığı çözümlerden elde ettiği bilgiyi sezgileri ve refleksleriyle harmanladığı yoğunlaşmış bilgi, işlenmiş gözlem ve dönüştürülmüş emek demek. Bilgi sonuçta öğrenilir, çok da kolay erişilebilir durumda ama deneyim sindirilen bir şey.


Bana göre hazıra konmacılığın verdiği en büyük zarar, deneyimin nesillere aktarımını kesintiye uğratması.


Hazırcı Reflekslerden Dayanıklı Sistemlere


Sigorta alanında “armut piş, ağzıma düş” yaklaşımıyla hareket etmek, riskin pişmesini beklerken yanmakla eşdeğer. Bu zihniyet, hem bireysel hem kurumsal düzeyde edilgen bir tavır üretiyor. Sorgulamayan, danışmayan, hazır ürünün kapsamını anlamadan sigorta yaptıran sigortalı; kriz karşısında eli kolu bağlı kalıyor. Bu da güven kaybı demek ya da sektörün itibarı.


İlk bakışta her ihtiyaca cevap veriyor gibi görünen hazır ürünler ve hız uzun vadede kırılganlığa gebe. Hızlı olmak yetmez; bilinçli olmak, sorgulamak ve dönüşmek gerekli. Aksi halde alışkanlıkla hareket etmek, sonuçları kabullenme refleksi doğurur ve bu da toplumsal dayanıklılığı zayıflatır.


Kurumsal risk yönetiminde de benzer refleksler hâkim: “Zaten sigortamız var”, “Hasar olursa bakarız”, “Standart teminat yeter” gibi cümleler, riskin görünmezleşmesine ve teminat körlüğüne yol açar. Bu şekilde reaktif davranışlar yaygınlaşır, kriz geldiğinde hazırlıksız yakalanılır ve bu da yeni krizleri tetikler.


Oysa sigorta, bu kültürü dönüştürmek için güçlü bir araç. Kurumun reflekslerini analiz eden danışmanlıkla, kuruma özel çözümler geliştirildiğinde; risk sadece finansal değil, operasyonel ve itibar boyutlarıyla da ele alınabilir. Bu yaklaşım, sigortayı pasif bir güvence değil, aktif bir dayanıklılık mekanizmasına dönüştürür.



ree

Deneyimi bir hikâyeye dönüştürmek !


Armut piş, ağzıma düş derken amacım farkındalık yaratmak ve artık var olan bu kültürle birlikte bir dönüşümün yollarını sorgulamak aslında.


“Bu sigorta poliçesini tasarlarken hangi riski öngördük? Nelerden faydalandık? ” "Nerede duvara çarptık" "Krizden nasıl çıktık"


Boomer ve X lerin sahadan getirdikleri bilgi ve gerçek deneyim yeni neslin dijital dili ile anlatılmalı ve paylaşılmalı. Kurumlar, yaratıcılığı teşvik eden daha etkin bir geri bildirim kültürü benimsemeliler. Hazır çözümler yerine danışmanlık, koçluk, mentorlükle deneyimi ve bilgiyi aktarmak ve nitelikli iş gücünün yetişip güçlenmesini sağlamak, kısacası değer yaratmak için önce en önemli değerleri korumak gerekli- deneyim ve bakış açısı.


Yeni dünya, hazıra konmayı teşvik etse de ödülü hazırı dönüştürenler alıyor. Bu ortamda bilgiye ulaşmak kolay, ama doğru soruyu sormak zor. Emek eskisi gibi görünür olmasa da değer üretmek hâlâ kıymetli.


Artık yetkinlik krizle test ediliyor, diplomalar ya da sertifikalarla değil. Dönüşüm için çaba ve emek sarf edip, bilgiden faydalananlar yani sorgulayanlar daha dayanıklı ve üretken olur. İşte bu nedenle hizmeti, sadece hızı gözeterek yavan, tekdüze ve raf ürünü olarak değil, kişiselleştirilmiş ve bilinçli bir stratejiyle üretmek gerekiyor. Çünkü gelecek, konuya özel yetkinlik ve deneyimle harmanlanmış, terzi işi kişisel çözümleri işaret ediyor.


Eski nesil sabırla yoğrulmuş, sağlamcı ve deneyimi kutsayan bir anlayışla geleceğin temellerini attı, yeni nesil ise hızla öğreniyor, dijitalde değer üretiyor ve görünürlükle büyüyor. Sigorta gibi riskle iç içe yaşayan bir sektörde bu iki yaklaşım birbirini tamamlıyor aslında. Hazıra konmak yerine birlikte üretmek, diploma ya da sertifikaya değil, davranışa ve potansiyele bakmak, bilgi ve emeğin nesilden nesle aktarımını mümkün kılıyor.


Hazır olanı kullanmak bir ayrıcalık değil, bir sorumluluktur. Her nesil bir öncekinden devralır; ama asıl mesele, üzerine ne koyduğu. Sigortacılıkta, iş hayatında ve toplumsal kültürde bu farkı yaratmak, sadece liderlerin, gençlerin değil, hepimizin sorumluluğu. Artık mesele armudun pişip düşmesi değil—onu birlikte pişirip, birlikte yemeyi öğrenmek.


Herkese iyi pazarlar





Yorumlar


bottom of page