Mart çocukları soğuk kış günlerinden sıcacık yaz günlerine geçişin müjdecisi, çiçekleri patlayan bahar dalları gibidir. Hava bir ısınıp bir soğurken, şiddetli rüzgara, yağmura hatta son güne kadar yağan karlara direnir. Biliriz ki soğukların sonu yakındır, sıcak günler kapıdadır, güneş tüm ışığıyla sarıp sarmalayacaktır, meyveler olgunlaşıp, paylaşılacağı güzel günler yakındır. Mücadeleci ve kararlı, hatta bazen inatçı hallerimiz biraz da doğduğumuz aydan gelir.
Bugün doğum günüm, 52 yıl, bitti.
Eskiden 40 yaşında olduğunu öğrendiğimiz birine "oo yaşlıymış" derdik. 50 ise aklımızın dimağımızın ötesinde bir yaştı- bastıra bastıra söylerdik "elli yaşında" diye. 50'den büyük olanlarsa yaşlıydı artık, bize göre bir gözü toprağa bakardı.
Şimdi öyle mi ? Yıllar içinde, yaşımız büyüyüp hayatın ve yaş kavramının farkına vardığımızda 40 yaşın aslında genç olduğunu, yaşlılığın 75-80'den sonra başladığını gördük.
Hayat 50'li yaşlarda güzel.
50 ve sonrası filtre edilmiş deneyimlerin olgunlaştırdığı, insanın hem çok genç ve enerjik hissettiği, aynı zamanda da dingin, yaşadığı anın keyfini bilerek hakkını verdiği, olaylara daha serinkanlı yaklaştığı, daha detaylı ama hızlı düşündüğü, çok daha iyi kurguladığı; yıllar içindeki birikimlerini, güncel olanla en iyi şekilde harmanladığı harika bir dönem insanın hayatında.
Bugün, şöyle dönüp geride bıraktığım yıllarıma baktığımda gördüklerim: O cıva gibi hallerim, çabuk alevlenip çabuk sönen hezeyanlarım, hırçınlıklarım azalmış ve zaman bana neler neler öğretmiş, bazı yaşanmışlıklar tavırlarımı, yaklaşımımı nasıl değiştirmiş, evrim geçirmişim resmen. Hayatımın farklı dönemlerinde tanıştığım insanlar akıllarında kalan beni, yıllar sonra bana anlattıklarında, bazen mahcup hissettiren ama genellikle tebessüm ettiren anıları paylaştıklarında, farkında olmadan hayatlarına nasıl dokunduğumu fark ettiriyorlar bana. Önceleri, "Biliyor musunuz?" diye başlayan cümlelerden "acaba ardından ne duyacağım" diye biraz çekinirdim, ama bir yaştan sonra, ne denirse densin, iyisiyle kötüsüyle yaşadığı hayatını bütünüyle seviyor ve sahipleniyormuş insan.
Hani derler ya, şöyle bir oturmuşluk hali var. Çalışma hayatımın başındayken, bizden yaşça büyük yöneticilerimizi, patronları düşündüm geçenlerde. Bilginin, aktardığından çok daha derin olduğunu hissettiren ifadeleri ve tavırları; bir hata ya da eksiği dile getirme şekilleri, ses tonları, çalışma disiplinleri; gençliklerini, hatalarını düzeltmeye çabalarken yaşadıklarını gülerek anlatırken seslerindeki samimiyetleri; bu kendinden gelen derin, dolu dolu ama gösterişsiz hallerini, güldükleri, üzüldükleri, atlattıkları aşamaları gülümseyerek hatta bazen kahkahalarla anlatmaları. İşte bu yaşanmışlık, işte bu kendini sevme ve hatasıyla sevabıyla kendini kabul etme haliydi.
Hayat karşımıza iyiler kadar kötüleri de çıkarırmış; keşke hiç yaşanmasaydı, olmasaydı diye düşündüğümüz, bazen içimizi sızlatan, bazen utandıran anılarımız ya da keşke hiç tanımasaydık dediklerimiz oluyor hayatımızda. Kötülükten uzak, istenmeden, art niyetsiz hatalar ve keşkeler de kaderin cilvesi, başarılar, zaferler, sevinçler, gururlar kadar hayatlarımızın bir parçası.
Hayat biriktirdiklerin, hissettirdiklerin ve yaptıklarınla kendini sevmekmiş.
Geçmişten bugüne neleri taşıdık, neleri biriktirdik ve en önemlisi bu yaşananlar bize ne kattı, onlarla hayatımızda farklı neler yapabildik?
Değişimi bazen kendimiz isteriz, bazen de mecbur kalırız. Değişim, cesaret ve dayanıklılık ister. Kararlılık ister. Ezber bozmak gerek. İnsanın kendini sorgulaması, değişimi seçip, sebat etmesi zorlayıcı olabilir. Kimi zaman acıtıp, yorsa da, yaşla beraber yeni bir şekil almış, olgunlaşmış duygular ve öğrenmişliklerle değişim, keyifli bir deneyim aslında.
Konfor alanı hemen yanımızda: "Kendini ne yoruyorsun canım kardeşim, gel , ohh dert yok tasa yok, en iyi bildiğin gibi yaşa, rahat et, yeni icat çıkarma" dercesine kolumuzdan çekiştirir, kulağımıza fısıldar hep. Bu hisse direnemeyenler, kendini değiştirememiş, yanlışları yeni versiyonlarla sürdüren ve buna da değiştim diyenlerdir. Maruz kaldığı ya da sebep olduklarından bihaber, "Niye hep aynı sonu yaşıyorum" sorusunu gerçek anlamda sormak yerine isyan edenlerdir. Aslında sebep açık seçik ortadadır, bununla yüzleşmek yerine, birbirinin replikası anları kendilerine tekrar tekrar yaşatanlar oluyor. İçten içe değişmesi gerektiği gerçeğini kendinden bile gizleyen, kendini ancak böyle kabul edip sevebilen, kendine ve hayata kör kalmış çok insan biliyorum.
Yıllar önce, birkaç yıl aynı şirkette çalıştığım bir mesai arkadaşımın, benim hakkımda bir başkasına" Öyle çok cevval görünür ama, bir tartışma çıksın, hemen tırsar diye yazdığı mesajını tesadüfen gördüm. Tabii önce çok üzüldüm ve sinirlendim. Çekindiğim tespiti yanlıştı ama kavga hatta ağız dalaşından bile kaçındığım doğruydu. Çünkü ben kavga etmeyi sevmem, terbiyeme, mizacıma terstir; fikrimi hararetle savunurum ama doz artarsa kavgaya dönüşmesini istemem. Her gün yüz yüze bakıyoruz, bir konuda anlaşamadık diye birbirimizi mi kıralım? Tesadüfen karşıma çıkan bu yazışma, gerektiği anlarda karşımızdakine hak ettiği şekilde davranmak zorunda olduğumuz gerçeğini hatırlattı. Aksi halde geçmişte sizlerle de paylaştığım, "Sizden nefret ediyorum" diyen biri karşısında sükûnetimi koruyamazdım. Neyse ki hayatımda buna zorunlu kaldığım anlar bir elin parmaklarından az.
Değişimi hala deneyimleyen biri olarak, her geçen gün artan farkındalıklarım ve bugüne kadar neredeymiş dediğim, farkında olmadığım ya da mütevazi takılan özelliklerim, kendimdeki yeni keşiflerimle çok daha enerjik, iyi ve mutlu hissediyorum. Yüzümdeki her çizgiyle barışık, arada yaşımı hatırlatmak istercesine sızlayan dizlerim ya da tutulan sırtıma, "Sen biraz daha bekle, daha yapacak, görecek öğrenecek çok şey var" diyorum.
Hayatın bana sunduğu güzelliklere, hep yanımda arkamda olan kıymetli dostlarıma, hayatıma giren güzel insanlara; iki kızlarını her zaman kendi ayakları üzerinde duracak donanım, cesaret ve bilgiyle büyüten ve hayatta her zaman arkamızda duran biricik anne babama, yüreğimin diğer yarısı kardeşime ve bir tanem evladıma şükrediyorum.
"Cehaletimizi kırabiliriz, becerilerimizi, yeteneklerimizi ve zekamızı kullanarak kendimizi bulabilir, kendimiz olabiliriz. en önemlisi, özgür olabiliriz! Uçmayı öğrenebiliriz"
Martı Jonathan Livingston, Richard Bach
Uçmayı öğrenmek için 50'li yaşları beklemeyelim.
31 Mart 2024
Zeynep Türker
Comments