top of page
Yazarın fotoğrafıZeynep Turker

SAMİMİYET


Hep aranan hep istenen hep olduğu iddia edilen kolayca da varlığından şüphe edilen, samimiyet.


Konuştuklarımız, duyduklarımız, gördüklerimizde ne olursa olsun içtenlik arıyoruz.

Karşımızdaki insanın sözlerinde, yaptıklarında, anlattıklarında içten ve sahici enerjiyi hissetmek hepimize huzur veriyor. Sıcak bir gülümseme, içten atılan bir bakış, en başta kendimize ve çevremize olan saydamlığımız hiçbir zaman cevapsız kalmıyor. Gerçek içtenlik ilişkilerde güvenin temelini atarken, iletişimi de açık ve kolay hale getiriyor. Kendimizi kollama ve korumaya kodlu halimiz gevşiyor, biraz tedbiri bırakıp, önümüzdeki samimi, içten ve sıcak anları yaşamanın tadına varabiliyoruz.


İçten olmak genel olarak huzur ve tebessüm veren bir tanımlama, daha pozitif duyguları barındırıyor olsa da aslında içten bir teşekkür, içten bir özür, içten bir üzüntü, içten bir öfke, içten bir kahkaha her yerde herkesten ve her şeyden kolayca ayırt edilebilir - çünkü içtenlik benzersizdir!


Günümüzün en büyük hastalığı yapmacıklık, olduğundan başka görünmek, sahtecilik. Bu nedenle saydamlık, olduğu ve davrandığı gibi anlaşılmak , bundan şüphe duyulmaması ayrıcalıklı bir durum. Çoğu zaman insanlar, zayıf görünmemek ya da başka kaygılarla içten hallerini ve duygularını göstermekten çekinebilir. Bunun farklı sebepleri olabilir: İlgiden huzursuz olmak, kim olduğu konusunda bir ipucu vermeyi istememek, içine kapanık, çekingen ve ketum davranmak... Ya da bunun tam aksi, göründüğümüzden farklı davranmaya çalışmak, ilgi çekmeye çalışmak ya da olmadığı gibi görünüp ikiyüzlü davranış sergilemek gibi. Maalesef, özelikle iş hayatında ve kurumsal firmalarda bu çok can sıkıcı bir sorun. İnsanlar, kaygı ve beklentilerle samimiyetten uzak, belirli kalıplar içinde, içten ve samimi hislerini ve yönlerini göstermekten kaçınmak zorunda kalabiliyor. Hepimiz benzer durumları yaşadık. "Poker Face" dedikleri tavrı takınmak zorunda kaldığımız öyle zamanlar oldu, o anlar bizi o kadar yordu ki, üzerinden yıllar geçtikten sonra bunların hiçbirini yaşamak zorunda olmadığım, samimi ve içten geçirdiğim her anın verdiği hafifliğin kıymetini her gün daha da iyi anlıyorum.


İletişim koçları, uzmanları sağlıklı iletişimin yöntemlerini anlatıyor. Sana kızdım çünkü şöyle hissettim, sana kırıldım çünkü dediklerin bana bunu hissettirdi, falan filan. Yaşadığımız her şeyi sebep sonuç, bana ne yaptırdı, ne hissettirdi, gerekçeleriyle anlatıp, anlaşılmayı bekliyoruz, ya da başkaları kendilerini anlamamızı bekliyor. İletişim uzmanlarının, aldığımız eğitimlerdeki iletişim analizlerinin öğretilerinden iletişimi veya bir çatışmayı olumlu ve hasarsız sonuçlandırmak için faydalanıyorum. Doğru kelimeleri kullanmak, doğru soruları sormak sağlıklı bir iletişimi ve samimi paylaşımı mümkün kılıyor.


Ama hepsinden önce olup biteni değerlendirirken sanırım atladığımız kısım, olan bitenin ne kadar samimi ve içten olduğu. Ne dedi, ne yaptı gibi olayların muhasebesini sonra da defalarca yapabiliriz, ama eğer yaşadıklarımız sahici ve samimiyse düşünce yapımız daha gerçekçi ve çözümcü bir değerlendirmeye yöneliyor.


Samimiyet ve saydamlık, herhangi bir çıkar gözetmeksizin, sonucunda iyi ya da kötü olma kaygısı yaşamadan olması gerektiğini düşündüğümüz şekilde davranmak olarak tanımlanmış. Kısaca Samimiyet=Sahici olmak


Samimiyet denince aklıma ilk gelenler, gerçeklik, dürüstlük ve içtenlik.

Tıpkı güven gibi, samimiyet ve sahicilik de kendi içimizde başlıyor. İsteklerimiz, ulaşmak istediklerimiz, yaşamdaki neşe ve mutluluk arayışımız bazen bizi zorlayabilir. İçimizde bir çatışma, gelgit yaşayabiliriz. Bana göre böyle zamanlarda durumu değerlendirirken yapmamız gereken ilk şey, önce kendimize karşı dürüst ve samimi olmak.


Diğer taratan samimiyet planlı programlı olmadığından o spontan ve anlık formu ile de eşsizdir. Kendiliğinden gelen, plansız ve doğal davranışlar, ilişkilerimizde bizi daha samimi yapıyor. Samimi bulduğumuz insanlar için “Çok içten”, “Hesapsız”, “Gizli ajandası olmayan”, “Olduğu gibi”, “Doğal” gibi tanımlamalar yapıyoruz. Çünkü doğal olan bize iyi geliyor.


Uzun yıllar önce bir toplantı öncesi, iki yönetici arkadaş yanımızda başka bir ekip arkadaşımızla beraber beklerken, sohbete başladık. O sabah oğlumun sabah kahvaltısını hazırlarken elim tavaya değmiş, fena yanmıştı, canım yanıyordu. Bir taraftan bundan mızmızlanıyor, bir yandan da toplantıyla ilgili bir şeyler anlatıyordum. Diğer yönetici arkadaşım da akşam kızının okul gömleğini ütülerken yaptığı bir telefon görüşmesinde müşteriyle ilgili duyduğu yeni bir bilgiyi paylaştı. Yanımızda olan ekip arkadaşımız, bize baktı ve "Bir dakika bir dakika! Ben şu anda hayretler içindeyim" dedi. İkimiz de merakla ona baktık "Sizlere baktığımda, yöneticilerim olarak, şu anda anlattığınız şeylerin hiçbiriyle sizi yan yana koyamıyorum. Siz oğlunuza sabah omlet yaparken elinizi yakmışsınız, siz ütü yapıyorsunuz. Ben sizi bambaşka görüyorum, ama bunlar benim hayatımda olur! Sizi böyle hayal bile edemiyorum"


İkimiz de şaşırdık. Çalışan anneler olduğumuz için evde bizlere yardımcı olan çalışanlarımız vardı, yoğun tempomuz nedeniyle ev işlerine ayıracak vakit yoktu genellikle ama, bizler de her kadın ve anne gibi evini önemseyen, hatta bazı işleri kesinlikle başkasına yaptırmayan tiplerdik. Acaba aklında nasıl bir imajım vardı? Akşam eve gelip ılık duş sonrası hazır olan yemek sofrasına kurulup, peçetesini tabağını masa bırakıp kalkan, akşam çayı kahvesi önüne gelen biri mi? Bilmiyorum ki!

Çalışan bir anneydim, pek çoğu gibi. Konuştuklarımız olağandı, doğaldı, her yerde de bu hayatımızdan bahseden tiplerdik. Belli ki arkadaşımız daha önce böyle kadın ve anne muhabbetimize denk gelmemişti, halinden çok net anlaşılıyordu.


O zaman bir kez daha anladım ki, kurumsal hayat bizlerin olduğu gibi görünmemizin önünde büyük bir duvar örüyordu. Unvanlarımız, kişiliğimizi ve samimiyetimizi gölgeliyor, kendimizi tanıtmamızı engelliyor, başkalarını tanımamıza engel oluyordu. Çünkü, bizi tanımayanlar, doğal bir korunma içgüdüsü ile olduklarından farklı görünüp, samimi taraflarını saklamayı ya da sessiz kapalı kalmayı tercih edebiliyordu.


Bu kısacık anda gelen, çok içten ve samimi tepki, benim için bir aydınlanma oldu diyebilirim. Kendimi daha fazla göstermem gerektiğini anladım. İçtenlik ve samimiyet karakterimde öne çıkan özelliklerimse, ben de insanlardan aynını almak istiyordum. Olumlu ya da olumsuz fark etmez, yeter ki dürüst, samimi ve açık olsunlar. Çekinmeden hislerini paylaşabilsinler.


Samimi olayım derken kişisel sınırların zorlanması ihtimali elbette var ama doğru iletişim ve net bir duruşla sınırlarımızı belli edebiliriz. Samimiyetimiz ve içtenliğimiz her zaman aynı şekilde karşılık bulmayabilir, kendi çıkarı için bu temiz karakterimizden faydalanmaya çalışan ikiyüzlü insanlarla da karşılaşabiliriz, güvenimizi kaybedip, incinebiliriz. Peki hayatımızdan ne eksilir? Bence sadece kötülük!


Güya iletişim çağı, dijital dönem denen bugünlerde klavyelerin, ekranların başında, insan insana olmaktan uzak, iki SMS, 3 whatsapp , birkaç DM le iletişim kurup, duyularımızı kullanamadan, sadece gördüğümüzle ve duyduğumuzla yetinip, klavye ya da telefon başında kızıp, sohbet edip, üzülüyor, aklımıza yattığı haliyle izliyoruz ve yaşıyoruz hayatı.


Geçenler okuduğum bir yazı samimiyet için yüreklerin dili, düşündüğünü söylemek değil, söylediğini kastetmektir diyordu. Sevinçte, muhabbette, sevgide, aşkta, özlemde, öfkede, üzüntüde, özür veya gözyaşında - hep samimiyet ve içtenlik arıyoruz.


Çünkü insana insan gerek, sahici olanından.


“ İnsanlar ne söylediğinizi unutacaktır, insanlar ne yaptığınızı da unutacaktır, ama insanlar onları nasıl hissettirdiğinizi hiç bir zaman unutmayacaklardır ” Bonnie Jean Wasmund


İyi pazarlar.




104 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page